İnsanların belki de en muhtaç olduğu, en çok aranan, en çok istenen, istenildiği kadar da arzulanan bir his, bir durum, bir davranış biçimi nedir diye sorulsa ne cevap verirsiniz?
Sizin bilmem ama benim cevabım hazır.
Sevmek duygusu. Birçok duygularımız vardır. Birbirinden farklı, birbirine zıt, iki dağın veya iki tepenin karşılıklı birbirine bakması gibi hislerimiz var. Bir binanın yapı taşları gibiyiz. Bir binanın içerisine usta nasıl birçok şeyi sıkıştırıyorsa en mühimi, en önemlisi de o binanın can damarı olan elektrikleri ise insanın içerisindeki duyguları da insanın can damarıdır. Bir binanın olmazsa olmazı nasıl elektrikleri ise, insan denilen yapının da olmazsa olmazı sevmek duygusudur.
Sevmek hissi bir çoğumuz için basite alınmış bir his olabilir. Olsa da olur olmasa da olur düşüncesinde olan insanlar elbette vardır. Fakat genel itibariyle sevmek olgusunu çoğunluk olarak önemser ve bu duyguyu her zaman yaşamak isteriz. Sevmek duygusu veya bir çoğumuzun deyişiyle sevmek olgusu, insan oğluna bahşedilen en büyük şanstır. Şanstır diyorum çünkü bu duyguyu kullanmayan, içerisinde bu duyguya yer verip de gün yüzüne çıkarmayan insanların hayata bakışlarında hep bir umutsuzluk ve kaygı sezinlemişimdir.
Sadece insanoğluna bahşedilmiştir.
Sevmek duygusu…
Birisinin uğrunda ölümün o korkutucu kucağına yürümek, aşılmaz yolları aşmak, geçilmez geçitleri geçmek, bir bahar mevsiminde kışı yaşamak, dışarıda yağan lapa lapa karın etkisini hissetmeden gönle bahar çiçekleri ekmektir sevmek.
Gökkuşağına dokunmak gibidir sevmek duygusu. Sevgilinin can alıcı bakışlarından yine aynı sevgilinin özlem dolu sinesinde serinlemektir sevmek.
Bir kumrunun olur olmadık yerlere yuva yapması gibidir sevmek duygusu. Hiç bilmediğimiz, ummadığımız bir zaman diliminde, beklemediğimiz bir yerde ansızın karşımıza çıkıverir ve Kalbe bir yıldız kayması gibi düşüverir sevgiliyi sevmek. Kim olduğunu bilmeden, dilini, dinini hatta ırkını bile sorgulamadan, düşünmeye fırsat bile kalmadan akıverir kalbin en kuytu köşesine.
İşte bunun için ben sevmek duygusunu bir kumrunun olur olmadık yerlere yuva yapmasına benzetirim. Bir dağın zirvesine tırmanmak için hazırlık yaparsınız. Elinize kocaman bir sopa alırsınız. Dağın yamaçlarından tırmandıkça tutunmak için kullanırsınız bu sopayı. Omuzunuzda bir heybeniz vardır. İçerisinde yukarı çıktığınızda ihtiyacınızı giderecek olan su ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlarınızı karşılayacak materyalleriniz bulunur. Zirveye çıkmak kadar o yolu arşınlamak, arada bir soluklanmak, durup durup aşağılara, tepelerden dağın eteklerine bakmak sizlere zirveye varmaktan daha da büyük hazlar ve sevkler verir. Zirveye vardığınızda heybenizi omuzunuzdan yavaşça yere doğru kaydırırsınız. Karnınızı ve göğsünüzü ileri doğru çıkartır, boyun kısmınızı geriye doru adeta dağa yaslar gibi bırakırsınız. Zirveden aşağılara, geldiğiniz yerlere, dağın eteklerine bakarsınız. Bu size inanılmaz, derin ve tarifi imkansız hazlar, zevkler ve sevinçler verir. Sevmek duygusu da böyle bir şeydir. Bir dağın zirvesine tırmanmak gibidir. Karşınızdaki bir insana içinizde bir şeyler beslersiniz. Bu beslediğiniz his siz ona yaklaştıkça büyür. Şekil değiştirir. Gittikçe başkalaşmaya, içinizde, kalbinizde yer tutmaya daha da ileri gittikçe sevgiye dönüşür. Bir dağın tepesine, zirvesine tırmanıyorsunuzdur. İlginiz arttıkça arada bir dönüp bakarsınız geride bıraktığınız zaman dilimlerine. Bunlar her tırmanmada ki dinlenmeleriniz ve aşağılara bakmanızdır. Her bakmada ayrı bir zevk ve haz alırsınız. Sevmek duygusuna eriştiğiniz de ise, zirveye ulaşmışsınızdır. Heybenizde ki sevmek duygusunu besleyecek bütün hisleri çıkarır ve sevmek duygusunun etrafına bırakırsınız. Besler onlar onu. Zirvedesinizdir. Evet sevmek duygusu insan oğluna bahşedilen en büyük haz ve zevktir. Kin öfke, nefret, bağnazlık gibi birçok duyguyu sevmek duygusuyla yeneriz. Sevgi bir kalbe girdiğinde tüm bu kötülüğü, olumsuzluğu çağrıştıran duygular bir mumum sönmesi gibi sönüverir. Karanlık bir yere bir elektriğin aydınlığının girmesi gibi nasıl o karanlığa bürünen yer birden aydınlanır, her şey aydınlığa kavuşur, insanın kalbine giren sevgi de içerisindeki karanlıkları dağıtır. Bize bahşedilen dünyanın olmazsa olmazı diyeceğimiz, içimize girdiğinde avuçlarımızı terleten, ensemizde bir ıslaklık uyandıran, gözlerimizin içerisini parlatan, hayata, dünyaya, eşyaya, tabiata, bir kır çiçeğine bakışımızı değiştiren bu duygu sadece bizlere, insanoğluna bahşedilmiştir.
Altın bir tepside sunulmuştur. İnsanoğlunun dimağına özenle yerleştirilmiştir. Bir elmas, bulunması, ulaşılması imkansız bir zümrüt, kaybedilince yerine yenisi konulmayacak olan değerli bir eşya gibidir sevmek.
Biz bu duyguyu tabiatta ararız, insanların üzerinde ararız. Bir kaşif gibi gözleri süzeriz, kulak kesiliriz her güzel sese.
Sevmek duygusunu bulmak, ona ulaşmak, küçücükte olsa dokunmak, hissetmek için dönemeçlerden döner, kapı aralıklarından içeriyi süzer, cadde ve sokak köşelerinde ilgi duyduğumuz dilberi bekler, üzerimize yağan yağmura aldırmaksızın sahilde alabildiğine yürürüz aldırmaksızın.
Bizlere bahşedilen dünyanın en güzel hissini hep saklamak isteriz. Kalbimizde, gönlümüzde, aklımızda, fikrimizde, yüreğimizde saklarız bulduğumuz, kendisine ulaştığımız sevgiyi. Belki de biliriz ya da bilmemezlikden geliriz saklamanın en güzel yerinin yine aynı sevgilinin gözleri olduğunu. Korkarız çünkü sevgilinin gözlerinden.
Aslında bu duygunun bizlere varoluşumuzun bir armağanı olarak verildiğini bilmeyiz. Bir dilberin gözlerinde ararız, bir kadının gülümsemesinde bulmaya çalışırız, bir sevgilinin doyumsuz şehvet hissinde var olduğunu hissederiz.
Oysa sevmek duygusu bizdedir. Zaten içimizde bizimle birlikte var olan bir duygudur, bir histir. Kendi dimağımızdadır. Sevmek duygusu dimağımıza adeta tahtaya çakılan bir çivi gibi çakılmıştır. Sadece dilberin, sevgilinin bizde var olan sevgi duygusunu harekete geçirip hissimizi ona doğru akıtmamızı sağlaması yeterli olacaktır. Sevgilinin bir bakışı, bir göz süzmesi, şehvet ve haz uyandıran bir arzu endam etmesi, içimizi ısıtan bir gülümsemesi, yüreğimizi gıdıklayan gerdan kırması yeterli olacaktır bizde var olan sevmek duygusunun harekete geçmesine. Sevgilinin bize akıttığı tüm bu arzularımızı kamçılayan, hislerimizi uyandıran hal ve hareketleri kelebek etkisinden başka bir şey değildir. İçimizde zaten var olan sevmek duygusunu küçücük bir kelebek etkisiyle harekete geçirir, canlanmasına neden olur, yeşeren bir filiz, oluşan bir fidan gibi kendisini gösterir.
Sevmek duygusunu biz yeterince yaşayabiliyor muyuz? Karşımızdaki kişiye ve bu elbette genelde sevgili olur ona ne kadar hissettirebiliyoruz? Sevmek dürtüsünü taşıdığımız kalbimiz bu değerli duyguyu taşıdığından haberdar mıdır?
İşin şakası diyecek, belki de tebessüm edecek yazar ince bir espri yaptı diyeceksiniz. Ama öyle değil. Ciddi ciddi sordum.
Bal arısının yaptığı balı kendisinin tattığını bir düşünseniz. Sizce insanoğluna o balı tattıktan sonra o enfes tadı bizlere sunma iyiliğini yapar mıydı?
Bal tadı kıvamında lezzetli bir duyguyu içerisinde taşıyan kalp taşıdığı şeyin ne kadar zevk, haz, şehvet, lezzet, dimağda enfes bir tat bıraktığını bilse o sevgiyi ayaklar altına alan adeta yerlerde süründüren insanoğluna sunar mıydı?
Bence saklardı. Tüm kapılarını, pencerelerini kapatır, kilit üstüne kilitler vururdu. Sevmek duygusu insanoğluna bahşedilen vazgeçilmez, eşi benzeri olmayan tek duygudur. Kainatta var olan en güzel hazinedir. Sizce ne kadar kıymetini biliyoruz bu hazinenin? O duyguyu hiç hak etmeyen, kıymetini ve değerini asla bilmeyecek birisine emanet ediyor, ayaklarının altına seriyor, gözlerine düşürüveriyor, avuçlarına bırakıveriyoruz. Karşı tarafın ezmesi, çiğnemesi, hor görmesi, önemsemesi, dikkate almaması, avuçlarından tozlu çamurlu yollara bırakıvermesi, en ücra, ulaşılması zor kuytu köşelere bir çırpıda fırlatıvermesi canımızı yakmaz mı?
İçgüdü sellikle sevmek aynı duygumu dur?
Sevmek içgüdüselliğin bir parçası mıdır?
Yani bizlerde zaten var olan bu sevmek duygusu diğer bir içgüdüsellik midir?
Sevdiğimizi içgüdüsel bir his ve duyguyla mı sevmiş oluyoruz?
Bir annenin evladına duyduğu, evladın anneye yaklaştığı, babayla çocuk arasındaki o kopmaz bağ, kardeşler arasında ki birbirlerine akan hisler birer içgüdüsellik midir?

Köşe başında beklediğimiz dilbere her gün duyduğumuz his, gözlerine baktığımız ve kirpiklerinin arasında kaybolmayı yeğlediğimiz bir güzele duyduğumuz arzu dolu duygular içgüselliğin ortaya çıkması mıdır?
Bizlere bahşedilen, içimize yerleştirilen, doğuştan bizlerle birlikte var olan bir dürtü müdür?
Bizler karşımızdaki insana bir içgüdüsellik olarak mı yaklaşıyoruz?
İçgüdüsellik dediğimiz sonradan ortaya çıkmayan bir sevgiliye bağlanmaktaki sevmek hissi midir?
Çocuk dünyaya geldiğinde içerisinde var olan o bağ bir içgüdüsel bağ mıdır yoksa sonradan biz
büyüdükçe, aklımız, düşünce ufkumuz, fikirlerimiz geliştikçe, ortaya çıkan bir his midir sevmek
duygusu?
Kutsal bir hazine olarak bizlere bahşedilen bu sevmek duygusunu neden bazen hiçte hak etmeyen
insanlara sunarız?
O kıymet biçilemeyen, pahada eşi benzeri olmayan, o kutsal hazineyi elimizde olmayan sebeplerle
değersiz, kıymetini bilmeyecek, onu korumakta, taşımakta hiçbir çaba ve gayret sarf etmeyecek
insanların ayaklarının altına sereriz. Onların gönüllerine bırakıveririz.
Bizler böyle bir hazineyi böyle değersiz gönüllerde harcadığımız için bizlere bu hazineyi bahşeden
kudret tarafından cezalandırılacak mıyızdır?
Bir başka ifade ile biz kendimizi cezalandıracak mıyız?