Hayatınızı, yaşam kırıntılarınızı, en değerli vakitlerinizi bir başka insan için feda eder misiniz?

Yeryüzünde kaç insan bunu yapabilir?

Bir başkasının hayatının içerisine gözünü ve gönül kirpiklerini kırpmadan kendi hayatını bırakır…

Kaç insan bir başkasının yaşamı için kendi yaşamından, hayatından vaz geçer?

Kaç insan kendi hayatını bir başkasının hayatına feda eder?

Sizce böyle insanların yeryüzünde sayıları ne kadardır?

Siz böyle bir yaşamı tercih eder misiniz?

Hiçbir beklenti içerisine girmeden, karşılıksız olarak, geçmişini ve sonunu düşünmeden sadece o anlık bir hisle bir başkasının yaşamına kendi yaşamınızı eklemek istediniz mi?

Etrafınızda değer verdiğiniz, sizin için önem arz eden, hayatınızın bir dönemecinde yaşamınıza girip sizde izler bırakan kaç insan için yaşamınızdan, hayat ağacınızdan vaz geçersiniz?

İnsan böyle bir kelimeyi ilk duyduğunda iliklerine kadar soğukluk hisseder. İçine bir ürperti düşer.

Parmak uçlarının soğukluğunu teninin her yerinde hisseder. Sonra birden “hayatı hayata feda etmek” cümlesi insana sevecen gelmeye başlar.

Çünkü bir şefkat, bir merhamet, tarif edilmez yumuşaklıkta bir duygu gizlenmiştir bu cümlenin içerisine.

Kendini feda etmek…

Bu, kelime olarak basit ve basit olduğu kadarda kulağa kısa gelen bir cümle olsa da mana itibariyle belki uçsuz bucaksız bir okyanus, dalgalı bir derya, kocaman bir kaya parçası, etrafında gezindiğinizde ve zirvesini görmek için baktığınızda başınızı döndüren büyükçe bir dağı andıran heybetli bir cümle.

İnsan etrafında, yaşamında değerli olduğunu hissettiği, önem verdiği, esirgediği, gözünden bile sakındığı, kırmayı asla düşünmediği, onların üzülmesinden, kırılmasındansa kendisinin kırılmasını yeğlediği insanların olduğunu düşünerek yaşama tebessüm eder.

Kendisine bahşedilen yaşam çizgisinde ilerlerken adımlarını o denli dikkatli ve yaşamına etki edenleri incitmeden atar.

Hayatı hayata feda etmek cümlesindeki ürperti ve soğukluk yerini içini ısıtan ılık bir melteme, sevecen bir yumuşaklığa bırakır.

Kum tanelerini andırır insanın düşleri ve düşlerine bir ip gibi bağlanan yaşam çizgileri. İnsan bu yaşam çizgilerine tutuna tutuna ilerler düz veya dönemeçli olan yaşam yolculuğunda. İlerledikçe yaşamına birçok insanın girdiğini, çıkanların olduğunu görür ve şahitlik eder. Yaşamına giren her bir insan yaşamın şekillenmesinde ve çizginin farklı yönlere sapmasında etki eder. Dokunur adeta yaşam çizgilerine. Bir ressamın fırçalarının sağa sola kaymasını andırır.

Her bir insan ve bu insanların etkisiyle oluşan olaylar ve olgular bir kelebek etkisi kıvamında veya bir fırtına kuvvetinde yaşama dokunur. Bu dokunmanın neticesinde insanın yaşamı şekil ve belki de birçok şekiller alır. Yaşamımız etrafımızdan gelen etkilerle değişime uğrar.

Bizler etrafımızdan yaşamımıza etki eden olaylarla yön bulmaya çalışır, bir hamurun sıkı bir avuç içerisinde şekilden şekle girmesi gibi değişimlere uğrar, yüksekçe bir ağacın tepesinden savrulan kuru bir dal gibi nereye düşeceğimizi bilemeyiz. Savruldukça savrulur, uzun bir yolculuğa baş dönmeleri arasında çıkan bir insanın halini andırırız.

Rüzgarda savrulan bir çöp, bir ağaç parçası veya bir yaprak gibiyizdir. Çağıldayarak akan bir ırmağın üzerinde ilerleyen ve her bir dalgalanmada sağa sola savrulan bir dal parçasını andırıyoruz.

Nereye savrulduğumuzu asla bilemeyiz. Bu savrulmanın etkisiyle de nereye ve nasıl bir yere düşeceğimizi ise asla ve asla kestiremeyiz.

Siz hiç tanımadığınız, yaşamında nelerle, kimlerle karşılaştığını, nasıl bir acı, ızdırap, sevinç, keder, mutluluk yaşadığını bilmediğiniz birisi için sadece ilk gördüğünüz andan itibaren aşık olup, aşkın o keskin kılıcının altına boynunuzu uzattınız mı?

Evet.

Aşkta hayatını feda etmek keskin bir kılıcın önüne boynunu uzatmaya benzer.

Aşk kör ettiği gibi insanı sağırda eder. Etraftan gelen sesleri, sizin için söylenen cümle ve kelimeleri işitmezsiniz. Sadece içinizde filizlenen ve sizi kendisine bağlayan aşkınıza kendinizi bırakır, onun o muhteşem, baş döndüren, göz kamaştıran cazibesine kendinizi kaptırır, en derin sır odalarına girer gibi farklı his ve duygular arasında gezinirsiniz. Aşkı her hissettiğinizde ve duyumsadığınızda aşkın gizli sır odalarına girer, içinizi ısıtan aydınlık köşelerinde keyif alır ve haz duyumsarsınız.

Yaşam çizgisinde birçok olay ve olguyla karşılaşır ve onların hayatınızda ne denli yararlı ve değerli olduğunu ölçüp, tartarsınız.

Aşk da öyledir işte.

Yaşam çizginizde ilerlerken birdenbire, size hiç fark ettirmeden, aniden, pat diye, aklınızda hiç yokken sokuluverir.

“Ben buradayım” imasında bulunur. Yaşam çizginiz birden değişir, dalgaların etkisiyle yine aynı dalgaların yön verdiği şekilde ilerleyen bir dal parçasını andırırsınız.

Artık hiçbir şey iradenizde değildir. Kendiniz bile kendi iradenizden çıkmış aşkın büyülü iklimine girmişsiniz demektir.

Aşk, yaşamınızda değer verdiğiniz, önemli hissettiğiniz diğer olay ve olgulardan bir tanesidir. Yaşam çizginize siz istemeden ancak haz ve zevk aldığınız her dakika olmasını istediğiniz, size sokuldukça sizden kopmasını istemediğiniz bir duygusal bir histir aşk.

Birçok olay, insan, olgu, durum, iyi bir davranış, sizleri önemli kılan, değerli hissettiren ne varsa hepsi için hayatınızı feda edebilirsiniz belki de. Sizce bütün bunların içerisinde en önemlisi, yaşamı feda etmenin en olmazsa olması aşk değil midir?

İnsan kaç durum ve olan karşısında dilinin damağının kuruduğunu, ellerinin ve avuç içlerinin terlediğini, yutkunduğunu, gözlerini, zihnini ve düşüncelerini ondan alamadığını, başka yönlere duygularını çekemediğini hisseder?

Alev alev yanan ateşinin içerisine bedeninizi ve ruhunuzu atıp geri kalan ömrünüzü, yaşam günlerinizi feda etmeye karar verdiniz mi?

Evet. Bu kadın için veya evet bu erkek için geri kalan ömrümü feda ediyorum dediniz mi?

Hiç bilmediğiniz, sadece bir anlık gördüğünüz, sadece gözünüzün kaydığı ve peşi sıra gönlünüzün sürüklenerek kalbinizin farklı farklı çarpıntılar yaşadığı birisi için bunu yapar mısınız?

Siz sadece aşkın kılıcı altına boynunuzu uzatır mısınız?

Aşkınızın uğruna kalan yaşamınızı sevgilinin ayaklarının ucuna bırakıverir misiniz gözünüzü bile kırpmadan?

Aşkın cazibesine kapılarak sevgilinin bakışları arasında erirken ruhunuzu ve kalbinizi sevgilinin ayaklarının altına serer misiniz?

Kaç kişi sevgilinin bir aşk kıvamındaki bakışlık anına tüm yaşamından vaz geçebilir?

Hayatı feda etmek, bir başkasının hayatı için kendi hayatından olmak sizde nasıl bir duygu uyandırır?

Sadece aşık olmak ömrünüzü feda etmeye değer mi?

Veya yeterli gelir mi aşık olmak ömrü feda etmeye?

Eğer böyle düşünüyorsanız, feda edeceğinizden eminseniz siz aşkın kutsallığına inanmışsınız demektir.

Bir kez gördüğünüz, sadece bir anlık karşılaştığınız birisi için ömrünüzü feda etmek gecenin karanlığında hiç bilmediğiniz izbe bir yerde gelişi güzel karşınıza çıkacağını, yolun sizi nereye, nasıl bir girdaba sürükleyeceğini bilmeden, hesap etmeden, düşünmeden hatta kafa dahi yormadan yürüyen bir insanın halini andırır.

Avuçlarınıza bırakılan zaman dilimlerini sadece ilk defa gördüğünüz bir dilberin gözlerine bırakıvermek aşkın kutsallığının işareti değil midir?

Tenini dahi tatmadığınız, nefesini nefesine değdirmediğiniz, soluklarını soluklarınızda hissetmediğiniz, kokusunu bile içinize doyasıya çekmediğiniz, daha da ötesi kokusunu tatmadığınız bir güzellik abidesinin karşısında iki büklüm, gözlerinizi alıklaştırarak bakıp neyiniz varsa geride bırakarak ona teslim olur muydunuz?

Bir insan sadece bir bakışa, bir gülümsemeye, endama, gerdan kırmaya, güzel dilberin salınmasına, saçlarını rüzgarda savurmasına, parmaklarını saçlarının arasında gezdirerek omuzlarına doğru bırakmasına mı feda eder tüm yaşamını?

Sevgilinin şehvet uyandıran kıvraklığına tutulup yaşamınızın geri kalanını bu uğurda feda etmek arzusunu içinizde duydunuz mu?

Bir çift mavi gözün peşine düşme, gerdan kırmasının hazzını duyumsamak…

Sizce geri kalan yaşamı feda edecek kaç kişilik hayat vardır yeryüzünde?

Yaşamı sevgiliye feda etmek sevgili de bir olmak değil midir?