Her birimizin elbette gerçek yüzümüzün arkasında gizlediği, kimsenin bilmediği, sadece kendimizin ihtiyaç duyduğumuz veya hiç hesapta yokken birdenbire ortaya çıkıveren maskelerimiz vardır.
Ne zaman çıkaracağımız ne şartlarda ve nasıl durumlarda göstereceğimiz hiç mi hiç bilinmez.
Maskelerimiz mi bizi gizler yoksa biz mi maskelerimizin arkasına saklanırız?
Bizim maskelerimiz vardır.
Birbirinden farklı, birbirinden şiddetli, birbirinden değişik, birbirine hiç benzemeyen birçok maske takarız yüzümüze.
Maskelerle gezeriz dünyayı.
Hırçın, inat, canavarlaşan, bencilleşen, asileşen, kibirden ve bencillikten kalıplaşmış, katılaşmış maskelerimiz var gerçek yüzümüzün arkasında saklanan.
Bizim bile hiç ummadığımız zamanlarda birdenbire ortaya çıkıverirler.
Kendimizi. Kendimiz olduğumuz bizi gizleyen maskelerle dolaşırız insanların arasında.
Biz mi kendi irademizle saklanırız maskelerimizin arkasına yoksa maskelerimiz mi bizi peşi sıra sürükler giz dolu dünyasına?
Maskelerimizle yaşıyoruz.
Biz nereye gidersek gidelim maskelerimizde bizimle birlikte geliyorlar.
Her bir maske kendi içerisinde ayrı bir anlam ifade ediyor.
Ortaya çıktığında, gerçek yüzümüzün arkasından adeta başını çıkarıp ön plana geçtiğinde bizleri utandıran maskelerimiz olduğu gibi, korkutan, çıldırtan, aklımızı adeta kaçırtan, gururlandıran, onurlandıran maskelerimiz vardır.
Her bir maske gün yüzüne çıktığında bizlerde ayrı bir iz bırakır.
Bıçak yarasını andıran yaralar bırakan maskelerimiz vardır bizim. Karşı tarafta kurşun yanığı acısı oluşturan maskeler takınırız bir anda.
Aniden öfkelenir, belki de bir öfke patlaması yaşarız.
Neticesini, sonucunu düşünmediğimiz öfkelerimizin neticesinde kurşun yarasını andıran yaralarımız oluşur zamanla zihinlerimizde. Hiç silemeyeceğimiz, içimizden atamayacağımız yaralarımızdır bunlar.
Takınmak istemediğimiz, bizden uzak dursun dediğimiz, elimizin tersiyle iteklemek istediğimiz, ateşi elimize almak istemez gibi kaçındığımız maskelerimiz vardır.
Takınırız bunları. Biz istemesek de onları mutlaka yüzümüze geçirir ve insanların karşısına çıkar, aralarına karışır, onlarla birlikte yürürüz.
Kimsenin bizden beklemediği, hiç ummadığı bir sahtekarlığı andıran aldatmak amacı güden sinsilik, kurnazlık maskesini yüzümüze geçirdiğimizde yılanın insanı çıldırtan o meşhur sesi gelir kulaklarımıza.
Hissettirmeden sokuluruz kurbanımızın yanına.
Yüzümüze sinsiliği cilalayan bir sevecenlik sürdüğümüzde karşımızda duran insanın vay haline.
Her bir maskenin kendi içerisinde gizlediği özellikleri ve kuralları vardır.
Maskelerle yaşarız.
Yüzümüzü gizleyen, gerçek kişiliğimizi ve benliğimizi örten maskelerimiz var.
Maskeler genelde birbirlerinden beslenirler. Aynı yüze takılan ve aynı yüzden beslenen hep birbirleriyle bağlantılı birçok maske barındırırız bünyemizde.
Aşık olduğumuzda, bir duruma, bir olay örgüsüne, bir maddeye, ya da bir insana ulaşmak istediğimizde fark edilmeyen, anlaşılması imkansız, bakıldığında acaba dahi dedirtmeyecek maskeler gizleriz iç cebimizde.
Amacımıza ulaştığımızda, onu elde ettiğimizde bazen aniden bazen ise ağır ağır, usuldan usuldan gerçek yüzümüzü takınır, adeta gerçek kimliğimize döneriz.
Sevgiliyi elde etmek, ona sokulabilmek, yanağına konduracağımız bir buse uğruna yüzümüze takmayacağımız maskelerimiz yoktur.
Sevgilinin sıcacık ve ılık nefesini nefesimizde hissetmek için gizliden gizliye, sevgiliye hissettirmeden ne kadar çok maskeler takınırız.
Kalbinin engin çayırlıklarında gezinmek, gül rengi tadındaki tadını tatmak için birbirinden farklı maskelerle dolaşırız fark ettirmeden ona.
En çok hangi maskenizi takınırsınız?
Soruyu isterseniz şu şekilde sorayım: En sevdiğiniz maskeniz hangisidir?
En çok hangi maskenizle aldatırsınız sevgiliyi?
Yüzünüze taktığınız hangi maske ile sevgilinin en mahrem düşlerine sokulursunuz?
Hangi maskenin yüzünüze yakıştığını düşünürsünüz?
Maskelerimiz var bizim.
Her birimizin ayrı ayrı, birbirinden farklı, birbirine benzemeyen, ancak birbiriyle bağlantılı e hep birbirinden beslenen maskelerimiz var.
Maskelerimiz düştüğünde gerçek yüzümüz çıkar ortaya.
Zamanla öyle bir hal alır ki, maskelerimizle gerçek yüzümüz birbirine girmiştir.
Ayırmak, hangisinin maske, hangisinin gerçek yüzümüz olduğunu biz bile ayırt edemeyiz.
İç içe girmiştir maskelerimizle gerçek yüzümüz.
Zamanla “maskelerimiz mi gerçek yüzümüz” düşüncesi oluşmaya başlar zihnimizde.
İnsanların sürekli gördüğü sıradanlaşmış, alışılmış, bayağılaşmış, kabuklaşmış yüzlerimiz midir gerçek yüzümüz?
Yoksa bunlar maskelerimiz mi?
Maskelerimizin arkasına mı saklıyoruz insanlara her zaman gösterdiğimiz görünen yüzümüzü?
Maskelerimiz iner yüzümüze bir bir.
Ne zaman, nerede, nasıl kendisini göstereceğini bilemeyiz.
Çevremizde gelişen olaylar, etrafımızda dönen dolaplar maskelerimizin inmesine, ortaya çıkmasına neden olur. Küçücük bir ses, ince bir tını, hafif bir dokunuş kelebek etkisi dediğimiz bir olgu, bir durum maskelerimizin inmesine, yüzümüze düşmesine yetecektir.
Maskelerimizle yaşarız. Onlarla nefes alır, onlarla soluklanırız.
Unutmak isteriz, uzaklaşmak isteriz, kaçmak isteriz bazen maskelerimizden.
Bizi boğduğuna şahit olur, zihnimizin ve benliğimizin hırpalandığını düşünür, özümüzün kaybolacağını, kendimiz olmanın bizden yitip gideceğini anlar ve algılar, maskelerimizden tamamen kurtulmanın bir yolunu ararız.
Biz maskelerimizle varız.
Taktığımız maskelerimizin bize sağladıklarından zevk ve haz aldığımız gibi ondan kurtulmanın da ne kadar gerekli olduğunu hep düşünürüz.
Bir erik ağacının gölgesinde otur, sırtımızı yaslar, hafif ezen rüzgar saçlarımızı okşarken biz kitabımızı okuruz.
Yüksekçe bir binanın tepesine çıkar yoldan gelip geçenleri seyrederiz.
Deniz kenarında taşların üzerine oturur dalgaların usuldan usuldan kıyıya vurmasını seyreder, kulağımıza gelen o ince şırıltıyı bir daha duymanın heyecanını yaşarız.
Onlarla uyur ve onlarla uyanırız.
Maskelerimiz hep bizimle vardır.