Her yazarın farlı düşünceleri, farklı yönleri ve en çokta farklı hastalıkları vardır. Edebiyatın engin sularında yüzerken, içsel hastalıklarıma tedavi yolları aramaktayım. Bir uzvu ağrıyan insanın çeşitli ağrı kesiciler içmesi gibi birçok ve farklı farklı uğraş ve meşguliyeti denemişliğim olmuştur. 
Hiçbir uğraş, hiçbir metot, hiçbir yöntem içimde oluşan ve zaman zaman büyüyen hastalığıma çare olmadı.
Edebiyatın insanı bir battaniye gibi saran ılıklığındaki kelime ve cümlelerin sıcaklığında buldum yaranın iyileşme halini.
Bu hastalık seni iyileştirmez. Diğer insanlar gibi normal bir yaşantın, kimseden farklı olmayan alışkanlıkların olsun.
Her gün bir başka erkeğin koynunda uyanan bir kadının yaşantısı veya her sabah bir başka kadının kapısından çıkan çapkın bir adam gibi hayat sür. 
Sıradan bir yaşam, tek düze bir hayat, karmaşa, belki de şen şakrak ve şamata gün ve günler dururken neden her gün edebiyatın içerisinde kendini parçalıyorsun.
Hastalıklı bir ruh gibi, sırtındaki bir kambur gibi edebiyatı taşımaktan bıkmadın mı?
Yazmakta ne buluyorsun?
Yazmak yaralarını nasıl iyileştirecek?
Omuzlarına binen bir yük gibi.
At artık omuzlarından.
Bu belki de sen bilmiyorsun ama bir hastalık.
Ve sen git kendine yeni hastalıklar bul.
Evet biliyorum. Bu bir hastalık.
Vaz geçmeli miyim yoksa düşünmekten, yazmaktan, insanların hayatlarına dokunmaktan, ağaçtan düşen bir yapraktan, bir ağacın bütün geçmiş köklerine gitmekten, su damlacıklarını küçük çilli bir çocuğun yüzüne serpmekten, kadınların baştan çıkartan cazibesini insanların gözlerinin önüne sermekten, gülen, gülümseyen, ağlayan, ağlatan, hüzünlenen, kederlenen, mutlu olan, yüzü gülen, neşelenen insan tablolarını yazıya dökmekten vaz mı geçmeliyim?
Neden düşünmeliyim?
Tasvirlerin arasında kaybolurken, insan unsurunu adeta avuçlarımın içerisine alıp ona şekil vermekten aldığım hazdan vaz mı geçmeliyim?
Hayattan tat ve zevk alacak başka meşguliyetler, başka uğraşlarda vardır. Neden onları aramıyorum?
Neden bulmuyorum kafamı dağıtacak, beni tatmin edecek, içimi ferahlatacak, içimdeki hastalıkları iyileştirecek uğraşları.
İçimde büyüyen ve bütün benliğimi kaplayan bu hastalıktan kurtulmalı mıyım?
Siz ne yapardınız?
Gecenin bir yarısı herkes uykunun derin hazzını ve huzurunu tadarken, siz bir yağmuru andıran zihninize düşen sözcüklerin, cümlelerin altında duygu dünyanızla birlikte ıslanır mıydınız?
Sert ve hızlı esen bir rüzgarı andıran kelimelerin peşine takılıp sürüklenir miydiniz?
Siz ne yapardınız?
İçinizden gelen bu yazı yazma hastalığının önüne bir set çeker, onu dizginler, var gücünüzle önler, başka başka meşgaleler bularak onu körleştirir miydiniz?
Onu yok etmek için kendinize nasıl bir hastalık bulurdunuz?
İnsanın isteyerek veya istemeyerek bulduğu veya bulaştığı manevi, içsel hastalıklar ruhunda derin yaralar açar. İnsan bu hastalıkların üzerine gittikçe, onu önemsedikçe, var olduğuna inandıkça o hastalık büyüyecek ve bütün benliğini saracaktır.
Taşıyabilir misiniz edindiğiniz, bulduğunuz bu hastalığı?
Yazmanın ne kadar zor olduğunu, içinden geçenleri aktarmanın, dışa vurmanın ne kadar güç olduğunu, ruhunuzu nasıl sızlattığını bilseydiniz sizde yazmayı dener miydiniz?
Yazma hastalığını taşıyacak gücü kendinizde bulabilir miydiniz?
Hastalık diyorum. Evet. Yazmak aslında bir hastalıktır.
Belki diğer insanların tutulduğu hastalıktan farklı bir yerde duran, insana haz veren, yaşamına keyif katan bir hastalıktır.
Ancak yazarın canını çok yakan, acıtan, ruhunu kanatan derin bir hastalıktır.
Vazgeçilmesi imkansız bir hastalık.
Birçok insan tutulduğu hastalıktan kurtulur, vaz geçebilir ancak bir yazar yazı yazma hastalığından vaz geçemez. Kalemini bırakamaz bir yazar. Canı ne kadar yansa da ruhu hep kanasa da aldırmaz o. Yine yazar.
Bir yazarın yerinde olmak, kanayan ruhunu kendi ruhunuz, yanan, acıyan canını kendi canınız olmasını ister miydiniz?
Yazmak isteği bir hastalıktır ve her yazar bu hastalığı yazarak iyileştirir.
Neden yazma gereği hissediyorum?
Neden edebiyatın mutluluk uyandıran derin düş yolculuklarına doğru kendimi vuruyorum?
Savaşlardan bahsetmek varken, atılan bombalardan, sıkılan mermilerden, yürütülen tanklardan bahis açmak, ekonominin iyi veya kötü gitmesinden dem vurmak dururken ben neden sevgilinin yanağına bir gül kondurmanın telaşına düşüyor, kiraz ağacının dalları arasına konan küçük bir serçe kuşundan bahsediyor, sevdalının gözlerinin derinliğini bir çiçek bahçesine benzetiyorum.
Sevmenin ve sevilmenin derin haz uyandıran tadından bahisler açıyorum.
“Bu nasıl bir hastalıktır” der gibisiniz.
Bu hastalık bırakın bende kalsın ve bir ur gibi benliğimi kaplasın.
İçimde büyüdükçe büyüsün.
Sevdanın billur sularında yıkanmak varken, sevgilinin dudaklarından dökülen sözlerle gözlerinin uyumunu özümsemek dururken tutup da havadan sudan hastalıklara mı tutulacaktım?
Bütün benliğimi, duygu ve düşüncelerimi saran edebiyatın huzur dolu iklimlerinde gezineyim.
Edebiyat bana kalsın, diğer her şey ama her şey sizin olsun.