Can düştü…
Canlar düştü…
Canlar birer birer toprağa düştü…
Yürekler yangın yeri.
Bir baba göçük altında kalan evladına “senin yerine ben ölseydim” diye seslenirken, bir anne, enkaz altında kalan yavrularına akıttığı gözyaşıyla birlikte tırnaklarıyla beton parçalarını kazıyıp ulaşmaya çalışırken…
Enkazdan bir altın bulabilir miyim diye gidenler, taş ve moloz yığınlarının arasından para toplayabilir miyim diye yola çıkanlar, gözleri ve akılları zinet eşyalarında olanlar sizlere hangi sıfatla seslenmemizi istersiniz?
Ben size şerefsiz demeyeceğim.
Çünkü şerefsizler dahi sizin yanınızda şerefli kalırlar.
Ben size it sürüleri demeyeceğim. Onların bile dağda gece karanlığında bir çobanın sürülerini koruması gibi görevi vardır.
Ben size lağım faresi demeyeceğim. Lağım farelerinin dahi tıkanan giderleri açmak gibi özelliği vardır.
Ben sizin için sadece ‘cehennemin kapıları sizlere sonsuza değin ardına kadar açık olsun’ diyeceğim.
Siz önceden de mi böyle zalimdiniz yoksa insanların başlarına bir felaket geldiğinde mi zalimliğiniz gün yüzüne çıktı?
Kara yüzünüzü ve dişlerinizi bizlere önceden de gösterir miydiniz yoksa insan tökezlediğinde mi ortaya çıkarırsınız?
Dişlerinizin arasından salyalar akıyor.
Bütün insanlık olarak akan salyalarınızı görüyoruz.
Dişlerinizin arasından masumların kanı sızıyor.
Siz yüzlerinizi bile kızartmadan adeta elinizin tersiyle sızan kanları silip yağmaya ve çalıp çırpmaya devam ediyorsunuz.
Siz önceden de mi böyle ölü soyuculardınız da bizim haberimiz yoktu?
Hep böyle zamanlarda bir başka vahşi varlığa bürünüp aramızda geziniyordunuz da biz mi fark etmiyorduk?
Bu nasıl bir kalleşliktir.
Bu nasıl bir kepazeliktir.
Bu nasıl bir insanlıktan çıkmışlıktır.
Bu nasıl bir insan suretine bürünüp hiç görmediğimiz bilinmez bir varlığın kılığına bürünmüş lük halidir.
İnsan nasıl olurda hem de mazlum, masum, başına bir felaket gelmiş olan kardeşinin üzerindekileri soyar, parasını, zinet eşyasını, kıymet verdiklerini gasp eder ve çalar.
Vahşilik, kepazelik, kalleşlik, şeref yoksunluğu tavan yapsa yapsa ancak bu kadar yapar dedirtir bir haldesiniz.
Siz önceden demi böyle farklı kimliklere bürünürdünüz de biz gizlediğiniz gerçek kimliklerinizi ancak şimdi görebildik?
Evet. Biz sizin şimdi gerçek yüzünüzü, gerçek kimliğinizi gördük.
Ön yüzünde şeref yoksunu arka yüzünde kalleş yazıyor…
Size ölü soyucular desek üzerinize alınır mısınız?
Terziler, sizlere özel bir elbise dokusa ve elbisenin üzerine de ‘ölü soyucular’ yazılsa, üzerinize nasıl da tıpa tıp uyum sağlar.
Binaların içerisinden, beton yığınlarının arasından insanları çıkarmak için bütün güçleri ile üzerlerine yağan kara, dondurucu soğuğa aldırmaksızın mücadele eden insanların arasına nasılda karışıyorsunuz kendinizi gizleyerek.
Meğer sizin aslınız vahşetmiş de bizim haberimiz yokmuş.
Meğer sizin gerçek adınız alçakmış da biz bilememişiz.
Meğer sizin sıfatınız insanlıktan yoksunlukmuş da biz farkına varmamışız.
Nasılda sinsice gizlemişsiniz kendinizi?
Nasılda alçakça gizlenmişsiniz ve bütün alçaklığınızla aramızda gezinmişsiniz yıllarca.
Can yere düşerken, canlar toprağa düşerken, yürekler yangın yerine dönerken, insanlık büyük bir imtihandan, kocaman bir sınavdan geçerken, insan can pazarının adeta tavan yapmış halini yaşarken, bir anne yıkılmış betonun üzerine oturup gözlerini beton yığınlarına dikerken, bir baba binanın enkazında kalan evladına “senin yerine ben ölseydim” diye seslenirken, ağıtlar semayı çınlatırken, yükselen feryatlar ve ağıtlar semanın tavanına adeta bir balyoz etkisinde bulunurken, soğuktan çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar titrerken, insan artık acıdan, gözyaşından ve yürek yangınından üşüdüğünü dahi hissetmezken sizler nasıl bir ruh haline bürünür de insan olmaktan çıkıp ölü soyuculuğa soyunursunuz?