Hayatta iki duygudan vazgeçemem. Sizi bilmem ama benim vazgeçemediğim, içimde hep büyüttüğüm, cismimi değil ama ruhumu sarıp sarmalayan, aklımın bir köşesinde kalan ve çıkartıp atamadığım iki duygudan bahsedeceğim.
Kırmızı sarmaşıklar ve arzular.
İnsanın hep içinde beslediği, diri tuttuğu, tuttuğunda asla bırakmak istemediği, beklediği duygu ve sevdiği sevecenlikleri vardır.
Gördüğü zaman, dokunduğu an, kokladığı dakika insanın içine türlü türlü hazlar dolduran, sevinçler, neşeler, özlemler eken hisleri vardır. Eşyalar vardır. Tabiatta insanın içinde bir bahar yeşermesi hazzı uyandıran, bir yaz sıcaklığı hasreti yeşerten, bir portakalı dişlerinizin arasına aldığınızda ve ağzınızın içerisinde dağıldığında suyunun şurubu andıran bir tat bırakması gibi bir haz veren eşyalar vardır.
Kırmızı sarmaşıklar.
Sizin de hayatınızda belki ve belki den de öte kesin hayatınızda yer eden, damağınızda, dimağınızda tat bırakan iyi ki varlarmış dedirten, yokluğunu düşünmediğiniz, düşündüğünüzde ise ürperten arzularınız ve hazlarınız vardır.
Kırmızı sarmaşıklar sarar iki katlı, sarı boyalı, küçük pencereli, kulübemsi bir evin etrafını. Evin ergen kızı sarmaşıkların arasından kırmızı eteğini rüzgarda savurarak ilerler taş avludan bahçe kapısına doğru.
Saçlarını kırmızı sarmaşığa doğru savuran ergen kız ılık yaz rüzgarına aldırış etmez. Bahçe kapısını ince parmaklarıyla aralar ve geriye döner. Kapı önünde duran uzun siyah saçlı, üzüm gözlü, boynu hafiften sol omuzuna kaymış, iki yanak gamzesinin arasından gülümseyen kadına el sallar.
Kadın elini kaldırır ve kırmızı eteği ılık yaz rüzgarında savrulan kıza parmaklarını oynatarak karşılık verir. Gülümser üzüm gözlü, uzun siyah saçlı kadın sarmaşıkları andıran gülümsemesiyle.
Sarmaşıklarda gülümser kadının gözlerinde. Kızın gözleri sarmaşığa kayar.
Kırmızı sarmaşıklar sarar sarı boyalı, kırmızı etekli kızın yaşadığı iki katlı kulübemsi bir evi.
Kırmızı sarmaşıkları o evden çıkardığınızda o sarı boyalı evin etrafındaki evlerden hiçbir farkının olmadığını görürsünüz.
Hiçbir özelliği, hiçbir ayrıcalığı, hiçbir farklılığı yoktur. Kırmızı sarmaşıklar olmasaydı ne bir önemi, nede bir manası kalmazdı iki katlı, sarıya boyalı kulübemsi evin.
Gelip geçenler dönüp dönüp bir daha bakmazlardı.
Kırmızı sarmaşıkları işaret ederek birbirlerine göstermezlerdi. Evin sahiplerinden izin alıp sarıya boyalı, iki katlı evin önünde fotoğraf çekinmezlerdi. Fotoğrafta sarmaşıkların tamamen gözükmesi için çırpınmazlardı.
Arzularımızda tıpkı sarı boyalı kulübemsi evi saran kırmızı sarmaşıklar gibidir. Kırmızı sarmaşıklar nasıl evin etrafını sardığında bir mana ve anlam katıyorlarsa arzularımızda iç alemimizi, ruhumuzu, kalbimizi sarıp sarmalıyor ve bizlere bir anlam ve mana katıyorlar.
Kırmızı sarmaşığı evin etrafından söküp attığınızda evin bir özelliği, göze ve ruha kattığı iç açıcı bir güzelliği kalır mıydı?
Sizce çıkarmalı mıyız kırmızı sarmaşığı küçük kulübemsi sarı boyalı evin etrafından?
Geriye ne kalır?
Belki de evin tek güzel kızı kırmızı eteğini kırmızı karmaşıkla eşleştirmiştir.
Kırmızı sarmaşığı söküp attığınızda kıza ayrı bir güzellik katan kırmızı etek, kıza aynı güzelliği verebilecek mi?
Tıpkı binanın bir özelliği ve güzelliği kalmadığı gibi kızında bir özelliği ve güzelliği ve dahi ayrıcalığı kalmayacak.
Ve bahçe kapısından öyle güzel salınarak çıkmayacak.
Kapı önünde bekleyen uzun siyah saçlı, üzüm gözlü, gülümsemesi iki gamze arasına saklanan, boynu hafiften sol omuzu üzerine düşen kadınla bir daha kavuşmak için öyle içten vedalaşmayacak.
Kırmızı sarmaşıklar ve arzularımız var bizim.
Bizi diri tutan, hayata bağlayan, yüz güldüren, hep var olmasını istediğimiz arzularımız…
Hepimizin peşinden koştuğu, hayatımızın bir parçası haline getirmek istediği, bazen yanı başımızda duran, bir nefes ötemizde, iki adım gerimizde, bir kulaç uzağımızda bulunan bazen ise, ulaşmak isteyip de ulaşamadığımız, bırakın dokunmayı, hissetmek isteyip de hissedemediğimiz uzaktan uzağa bakışan sevgililer haline geldiğimiz arzularımız vardır.
Bazen birilerine değişik duygu ve ihtirasla bağlayan, esir eden, peşinden sürükleyen, kapısında köle misali yatıran, ölesiye ve öldüresiye sevdiren, gözümüzün görmemesini, kulağımızın duymamasını, dimağımızın hissetmemesini sağlayan arzular taşırız.
Uzun bir yolculuğa çıkan yolcu gibi çantamızı, valizimizi hazırlar ne kadar duygu ve düşüncemiz en çokta içimizde besleyip de büyüttüğümüz arzularımız varsa içerisine doldurur ve çıkarız yolculuğa.
Keskin bir bıçak gibidir arzularımız.
Hiç beklenmedik bir zaman diliminde devreye girer ve koparıverir bizleri hayattan. Ölmek değildir bu.
Gözlerimiz görür, kulağımız işitir, kalbimiz atar, bazen aklımız bile yerindedir. Sadece yeterince algılayamayız. Sevmek arzusu devreye girdiğinde körleşiriz, sağır oluruz, dış dünyayla bütün bağlantılarımızı koparır ve kendi kabuğumuza çekiliriz.
Bir bıçak gibi keser arzularımız bizleri hayattan.
Coşkun akan bir nehri andırır arzularımız.
Şiddetli yağan bir kardır. Örter bütün diğer düş ve düşüncelerimizi.
Bir nisan yağmuru olur sağanak halinde duygu ve haz dallarımızı yeşertiverir.
Etrafındaki bentleri yıkıp geçen bir çayı andırır. Kabına sığmayan bir su deryasıdır.
İçimizde bir yerlerde küçük bir fidanın toprakla buluştuğunda, güneş ve suyu görünce günden güne büyümesi gibi arzularımızda gördüğü en ufak bir karşılıkta, bir dürtüde, bir dokunuş, yanağa konan bir buse, sunulan bir demet kır çiçeğinde, salınarak ilerleyen bir dilberin sinesinde, rüzgarda uçuşan uzun siyah saçlarında, gerdanındaki bir bende, eriten bir bakışta, şehvani duygularımızı depreştiren bedeninin kıvraklığında gizlidir.
Küçük, ani, hiç haberimiz olmadan gelen bir dürtüyle arzularımız depreşir ve uyanır.
Ringdeki bir boksörün yumruklarındaki hızı, uzun soluklu koşan bir atletin ayaklarındaki çevikliği, atın üzerinde heyecan ve telaşla giden jokeyin kalp çarpıntısını andırır içimizde taşıdığımız arzularımız.
Bazen öyle bir hal alır ki ağır aksak ilerleyen bir arabayı, Yağmurlu havalarda arada bir çıkan sonra bulutların arasına saklanan güneşi, bahar yağmurları ardından tepelerin eteklerinde beliren gökkuşağını andırır arzularımız.
Ansızın gelir, birdenbire görünüverir, zamanlı zamansız düş kırıklıkları uyandırır düşünce dünyamızda.
Yaz ılıklığında gelir arzularımız göğsümüz sıkışır, yüreğimiz kabarır, kasıklarımız dolar tüm şehvani duyguları peşi sıra sürükleyerek.
Kırmızı sarmaşıklar ayrı bir güzellik katar küçük kulübemsi evin etrafına.
Arzularımızda öyledir. Bedenimize girdiğinde kalbimizin, ruhumuzun, hissedeceği, tepeden tırnağa kadar doyacağı hazlar yükler.
Set çekebilir miyiz arzularımıza?
Akıp giden, önüne kattığı her şeyi sürükleyen bir nehrin önüne bent kurabilir miyiz?
Arzularımızda öyledir.
Bazen bir coşkun akan bir nehir, bazen fırtınalı bir deniz olur.
Arada bir gökyüzünden serpiştirilen kar tanelerini gibidir.
Arzularımızla büyürüz.
Büyütür bizleri arzularımız.
Ben en çok kırmızı sarmaşıklardan ve arzularımdan vazgeçemem.
Sizi bilmem…