Sevdiklerimizi, hayatımıza giren, bir yerlerden hayatımıza dahil olup yaşamımızın bir köşesinde öylece duran insanları kaç kez kanatıyoruz, tıpkı kabuk bağlamış yaralarımızı tırnaklarımızla kanattığımız gibi.
Canlarını yakıyor, olur olmadık sebepler, bahaneler üretip hayatlarının olumsuz yönde değişmesine neden oluyoruz.
Aklımıza her estiğinde mi öldürürüz sevgiliyi?
Kaç kez öldürüyoruz içimizdeki sevgiyi?
Akıp giden bir suyun yönünü başka yöne çevirmek gibi…
Gece karanlığında ateşin etrafında dönen ateş böcekleri gibi sonra ateşe aşık olup kendini içerisine atması misali bizlerde bizleri seven sevdiklerimizi içimizde yanan ateşe atıyoruz. Nasılda öldürüyoruz.
Sonra kenara çekilip bir güzel izliyoruz, içimizdeki yanan sevgiliyi.
Ne çabuk öldürüyoruz sevdiklerimizi.
Ne çabuk…
Nasıl bir hırs?
Nasıl bir öfke?
Sevdiklerimizi karanlık dehlizlerde yanan mumlara benzetirim. Biz bu dehlizlerde yürürken mumları kendi üflemelerimizle söndürdüğümüzü düşünün. Nasılda karanlıkta kalırız kendi üfürüklerimizle…
Kendi kendimizin ayağına çelme takmış, kendimizi karanlığa mahkum etmiş oluruz.
Sevdiklerimiz hayatımıza giren mumlar gibidir. Bu hayat dehlizinde onların bir bakışlarına, bir gülümsemelerine, ellerimizden tutmalarına ihtiyacımız var. Onları hayatımızdan çıkardığımız zaman dehlizdeki mumları söndürmelerimiz gibi hayatımızın mumlarını da söndürmüş ve karanlığa kendimizi mahkum etmiş oluruz.
Ya sen sevgili içinde öldürdüğün benden ne zaman yargılanacaksın kendinde?
Birden hırçınlaşıyor, asabileşiyor…
Ne çabuk kırıyoruz sevdiklerimizi.
Ne çabuk kanatıyoruz kabuklaşmış yaralarımızı. Tırnaklarımızı geçiriyor, yüzümüzü ekşitiyor, dişlerimizi sıkıyor ve alabildiğine çekiyoruz kabuğu. Canlarımızı yakarken, canımızın yandığını bile hissetmeyebiliyoruz.
Nasıl bir körlüğün içerisine düştüğümüzden haberimiz bile olmuyor. Kuyunun içerisinde çıkmak için debelenen insan gibi, sevgiliye zarar verdiğimiz çıkmazlarımızdan kurtulamamanın acısını ne zaman hissedeceğiz içimizde?
Çok mu umurumuzda?
Çok mu önemli bizim için?
Aslı astarı bir kabuk işte.
Yanan, kanayan, acıyan bir can kabuğu…
Biz ne kadar kabuğumuzu tırnaklarımızla kavlatırsak, yeniden kabuk bağlayacak ve biz yine aynı tırnaklarımızla belki de zevk alarak yeniden yeniye kavlatacağız.
Bir günde kaç kez öldürüyoruz sevgiliyi?
Kuşların gökyüzünde özgürlüğe kanat çırpması gibi bizlerde özgür olmayı dileyen gönlümüze konan, yüreğimizde filizlenen sevgilinin kanatlarını nasılda kırıyoruz.
Ve sonra ardımıza dönüyor bunun adına sevgi diyoruz. Bir adım ileriye gidip sihirli bir bağ olan insanlığın belki de en kutsalı sayılan “aşk” kelimesini konduruyoruz. Sevdiğimizi aşk evi olan kalbimizde boğazlıyoruz.
Nasılda yıpratıyoruz içimizdeki beni. Bize ait olan güzel duyguları, hisleri, aşkları, sevgileri, kalp çarpıntılarını nasılda kalpsizliğe, sevgisizliğe, hissizliğe çeviriyoruz.
Öldürüyoruz sevgiliyi söndürdüğümüz mumlar gibi…
İnsan sevdiğini niçin öldürür?
Kaç öldürme şekli vardır?
Terk etmekte bir nevi öldürme çeşidi değil midir?
Sevgilinin kalbini kırarak, yarı yolda bırakarak, ihanet ederek öldürmüş olmuyor muyuz?
Bir insanı kaç kez öldürürüz içimizde?
Zihinlerimizde hapsettiğimiz karmaşık duyguların arasında boğarak öldürüyoruz.
Gözlerimizle öldürüyoruz. Hislerimizle öldürüyoruz, kalp evimize davet edip baş köşede yer verdiğimiz sevgiliyi sudan bahanelerle o evden apar topar atarak kalp kırgınlıkları yaşatıp kapının önüne bırakıveriyoruz.
İçimizde yeşerttiğimiz aşk ve sevgiyi öldürdüğümüzde onu da öldürmüş oluyoruz. Umursamıyoruz bazen, aldırmıyoruz hatta öyle ki zevk aldığımız bile oluyor. Birden sadist ruhlu bir canavara dönüşüyor, aldığımız bu zevk ve keyif bizleri bambaşka bir ansana dönüştürebiliyor.
Aldırmazlığımızla, vurdumduymazlığımızla, ötelediğimiz, yapmak isteyip de yapamayacaklarımızla, korkularımız ve korktuklarımızla günün bilinmez hangi diliminde öldürüyoruz içimizdeki beni, bene tutunan sevgiyi ve sevgiliyi…
Kaç kez öldürüyoruz sevgiliyi soğuk kaldırım taşlarına bırakarak tüm sevgimizi onunla birlikte. Bir, iki,
üç. Daha fazlası…
Kendimizin bile farkında olmadığımız öldürmelerimiz vardır. Bir gece karanlığında, gün batımlarında, gün dönümlerinde, güneşin en kızıl olduğu zaman dilimlerinde, yağmurun evlerin çatı katlarına sağanak halinde yağdığı zamanlarda…
Baharı beklerken, kışın kar ayazında, yazın yakan sıcağında, mevsimin hangi gününde, ayın hangi haftası, haftanın bilmem hangi gününde, hangi saat aralığında öldürüyoruz sevgiliyi tüm umursamazlığımızla.
Ne kadar da acımasız ve hissiziz.
Bir çocuğun buruk gülümsemesinde saklıyoruz sevdiklerimizin kıyımlarını.
Ürperten bir yalnızlık kuytusunda, kimsesizlik dehlizinde, kör bir kuyunun içerisine hapseder gibi hapsediyoruz bütün sevgisizliğimizle sevgiliyi…
Günde kaç cinayet haberi düşer belleğimize, gözlerimin önüne, kulaklarımızın içerisine. İnsan öldürüyor sevdiklerini caddenin ortasında, bir sokağın köşe başında.
Kaçına kayıtlıyızdır?
Kaçı hafızamızda kalır?
Öldürene nefret bile duyamadan bir başka sevgilinin ölüm haberi düşer belleklerimize… Hangisine daha fazla öfke kusacağımızı kestiremeyiz bazen. Hepsine birden lanet yağdırır, öfkeleniriz.
Haykırmak isteriz o an tüm kuvvetimizle.
“Kimse öldürmesin sevgiliyi…”
Ve pişmanlıklar gelir ardı sıra.
Ne tuhaf değil mi?
Öldürüyoruz sevdiklerimizi ve sevgiliyi.
Sevgiyle öldürüyoruz. Sevginin içerisinde boğuyoruz, nefes almalarını, ferahlamalarını istemeden.
Kurallar koyuyoruz kendimizin belirlediği. Bir kalıp gibi kurallar. Bu kalıplaşmış kurallara hapsediyoruz onları. Bu kalıplaşmış kurallarda yaşamalarını istiyoruz pervasızca.
Tıpkı bir labirentin içerisine girmek gibi. Başını ve sonunu sadece bizim bildiğimiz labirentte dönüp durmalarını istiyoruz. Çizgiler çiziyoruz. Buradan buraya kadar diyoruz. Ötesine geçemezsin, gidemezsin, sakın ha diyoruz…
Ne kadar acımasız ve bencil olduğumuzun farkına bile varamıyoruz. Benlik denilen o canavarlaşmış olgu gözlerimizi, duygularımızı, hislerimizi körleştirmiştir.
Öldürüyoruz sevdiğimizi. Biz istediğimiz için ölüyorlar. Biz istediğimiz için öldürüyoruz. Kendi düşünce dünyamızda ne istediğine ne arzuladığına bakmadan bir silah gibi kullandığımız ön yargılarımızla yargılayıp kendimize mahkum ederek öldürüyoruz sevgiliyi…
Ve beraberinde aşkı da öldürüyoruz hiç umursamadan…