Yaşam dizimin de gezinen, hayatın kıyısında gidip gelen insan, tat aldığı, haz duyduğu, damakta ve gözde birbirinden enfes tat bırakan meyve ve çiçek bahçelerinde gezinir gibi zıtlıklar dünyasında yaşıyor.
Her şey birbirinin zıddıyla bilinir.
Bu doğru.
Bunun yanı sıra her şey birbirinin zıddıyla anlaşılır.
Her şey birbirinin zıddıyla bir özellik kazanır.
Her şey birbirinin zıddıyla bir güzelliğe bürünür.
Acıyı tatmadan tatlının damağınıza, yüreğinize bıraktığı tadı alamazsınız.
Hayatınıza olumsuz yönde değen, dokunan, kötümser izler bırakan hatta yaşamınızı karartan ve yaşamı zorlaştıran insanların üzerinizde bıraktığı acı tesirlerini tatmadan, mutluluğun ve huzurun derin lezzetini, içinize serpiştirdiği sevinci, dimağınıza bıraktığı hazzı duyumsayamazsınız.
Sizlere mutsuzluk duygusu tattıran, başınızı iki avucunuzun arasına alıp da kederlendiren olaylar yığınını yaşamadan mutluluğun ne kadar güzellikte bir olgu olduğunu bilemezsiniz.
Umutsuzluğun kapısından içeriye adım atmadan, penceresini aralamadan, bir sabah yeli gibi gönlünüze, ruhunuza, kalbinize doldurmadan umudun ne kadar değerli bir hazine olduğunu keşfedemezsiniz.
Bir bahar mevsiminde gelen taze çimen kokuları gibi içinize doldurduğu umut tohumlarını içinizde yeşertemezsiniz.
Zıtlıklar dünyasında yaşıyoruz. Her gün belki de her saat, sokağa çıktığımız her an, karşılaştığımız her olay ve olgu diliminde, insanların bizlerin üzerinde bıraktığı her bir tesirde, her bir nazarda, her bir bakışta bu zıtlıkların nasıl iç içe girdiğini, bir yumağın birbirine karışması gibi bir hal aldığına şahitlik ediyoruz.
Birçok rengin bir araya getirilerek bir duvarda nasıl renk cümbüşü oluştuğuna baktığımız gibi, içimizde biriken, iç içe giren, yaşam dengemizi her saniye, her an, değiştiren olaylar örgüsünün hayatımıza etkilerini görüyoruz ve şahitlik ediyoruz.
Evet zıtlıklar dünyasında yaşıyor ve bu zıtlıklar yaşam biçimimizi şekillendiriyor ve yeri geldiğinde değiştirebiliyor.
Bu zıtlıklar örgüsü içerisinde yaşamını idame eden insan, karşılaştığı olaylarda o olayın ve olgunun tam tersinin yaşamına nasıl güzellikler kattığına şahitlik ediyor.
Bir düşmanınız olmalı. Sizi tutup silkeleyecek, karşınıza geçecek, dik duracak, gözlerinizin içerisine bakıp gerektiğinde sizi korkutacak bir düşmanınız olmalı.
Bir dostun kıymetini ancak bir düşmanınız olduğunda bilebilirsiniz.
Etrafınızdaki dostlarınızın kıymetini yalnız kaldığınızda anlayabilirsiniz.
Yalnızlık kadar büyük bir düşman gördünüz mü yaşamınızda?
Yalnızlık kadar ürküten bir düşmana rastladınız mı yaşam diliminizde?
Yalnızlık kadar içinize endişeler, kaygılar salan bir düşmana şahit oldunuz mu?
Yalnızlık korkutur insanı. Yalnız kalmak acı verdiği gibi ileriki yaşamını düşünerek tedirgin de eder. Bu korku ve tedirginlik hissi sizleri dostlarınıza biraz daha fazla yaklaştırır. Onlarla olan ilişkilerinizin kuvvetlenmesini sağlar.
Arkadaş, dost, aile, hatta küçük siyah kedinizden bile ayrı kalma, yalnızlığa itilme korkusu ve endişesi sizi sevdiklerinize biraz daha yakınlaştırır. Bütün bu yalnızlıklar, bir araya getirilen iplerin kopmaz bir halat olmasını sağlaması gibi sizleri sevdiklerinizle birleştirir ve bağlarınızı o denli kuvvetlendirir.
Her şey birbirinin zıddıyla bir anlam ve kıymet kazanır.
Siz siyahı yaşamınıza, aklınıza, kalbinize yerleştirmeden beyazın hayatınıza kattığı anlamı, yaşamınıza verdiği manayı, gözünüze ve gönlünüze bıraktığı tadı algılayamazsınız.
Siyah sizin için sadece bir siyah olabilir. Siyaha baktığınız zaman içiniz, ruhunuz, kalbiniz kararır, aklınız bulanabilir. Ancak siyahın karşısındaki beyazın kıymetini o siyahı yaşamınıza katmadan anlayamazsınız.
Siyahı ruhunuza davet ettiğiniz, yaşamınızın bir yerine kondurduğunuz, hayatınızın bir parçası yaptığınız zaman beyazın nasıl bir güzel mana ifade ettiğini, yaşamınızı nasıl parlaklaştırdığını bilebilirsiniz.
İşte o zaman siyah sizin için sadece bir siyah değil, beyaza beyazlık katan bir renk ve olgu olur. “Siyah, sadece bir siyahtır” demez, “Beyaza nasılda bir güzellik kattı” ifadesini tüm yürekliliğinizle ve sevecenliğinizle söylersiniz.
Aydınlığın kıymetini ruhunuza, kalbinize ve yaşamınıza kattığı huzuru ancak karanlığa düştüğünüzde algılayabilirsiniz. Karanlığı yeryüzünden çıkardığınızda aydınlığın, aydınlık olduğunu anlayabilirsiniz.
Aydınlığın insanın içerisine nasıl bir huzur, ferahlık ve güzellik verdiğini karanlığın içerisine bir deryaya dalar gibi daldığınızda hissedersiniz. Aydınlığın ne olduğunu, yaşamınızı nasıl renklendirdiğini mana itibariyle karanlığın karşısındaki gücünü ve büyüklüğünü karanlığın içerisinde bir yüzücünün denizde kulaç atması gibi gezindiğinizde kavrayabilirsiniz.
Esarete düşmediğinizde özgürlüğün kıymetini bilemezsiniz. Özgür olmanın, elini kolunu sallayarak cadde ve sokaklarda dolaşmanın, istediğiniz bir araçla, istediğiniz bir yere seyahat etmenin verdiği mutluluğu alamazsınız.
Özgürlüğün kıymeti onun zıttı olan tutsaklık ve esarette gizlidir.
Sevgisiz kalmadan sevilmenin ne demek olduğunu asla idrak edemezsiniz. Her şey zıddıyla değer kazanır.
Zıddıyla her şey bir anlam ve manaya ulaşır.
Soğuğu tatmadan sıcaklığın ne demek olduğunu, acıyı bilmeden, tatlının damakta nasıl bir enfes tat bıraktığını bilemezsiniz.
Kaybetmek sizce nasıl bir duygudur?
Ömrünüzde nelerinizden vaz geçtiniz veya vazgeçmek zorunda kaldınız?
Hayatınıza dokunan kimleri kaybettiniz?
Kaybetmediyseniz kavuşmanın ve elinizde, gönlünüzde tuttuğunuz insanların, eşyaların kıymetini asla bilemezsiniz.
Kaybedeceksiniz.
Kaybettiğinizde anlayacaksınız sahip olmanın derin hazzını. İçinize doldurduğu tarifsiz sevinç, benimseme, sahiplenme duygusunun güzelliğini.
Kavuşmanın içinize nasıl bir özlem bıraktığını hissedeceksiniz.
Acı yakar içinizi.
Kalbinizi kanatır.
Yüreğinize bir kor düşürür.
Acıyla beslenirsiniz.
Acı sizin yaralarınızın ilacı olur.
İç yaralarınıza onları merhem diye sürersiniz. İç yaralarınızı onunla tedavi edersiniz.
Vücudunuzda bir uzvunuzun bıçak darbesiyle kesildiğini düşünün. Kesilen yeri bir ilaç veya bir merhemle nasıl tedavi ederseniz, çektiğiniz acıda, kanayan kalp gönül yaralarınızı tedavi eder ve iyileştirir.
Acıyı tatmadan, hissetmeden, acının derin tesirini ruhunuzda ve bedeninizde yaşamadan huzurun derin hazzını bilemez, mutluluğun tarifsiz zevkini alamaz, yaşamın kıyısında bir gölün etrafında tüm sıkıntılardan uzak gezinir gibi gezinemezsiniz.
Acı iyileştirir sizi.
Huzura ve mutluluğa kapı aralar.
Tüm haz ve zevk duygularınızı benliğinizde yaşatır.
Tedavi eder iç yaralarınızı ve sizi mutluluğun kıyısına bırakır.
Acıyı tattığınızda yaşamdaki huzur ve mutluluğun kıymetini özümsersiniz hayatınızın her anında.
Sevgisizlik, ilgisizlik görmeden, işe yaramayan bir eşya gibi bir kenara bırakılmadan sevmenin ne demek olduğunu, sizlere nasıl bir tarifi imkansız hazlar verdiğini bilemezsiniz.
Sevilmeyen bir insan, sevmenin nasıl bir duygu olduğunu kavrayamaz. Sevgisizlik, sevmenin, sevebilmenin ne kadar büyük doyumsuz zevk ve haz verdiğini sezdirir size.
Sevmeyen bir insan var mıdır şu yer yüzünde?
Karşı cinsine karşı açık olmayan, bir karşı cinse hiçbir şey hissetmeyen bir insan tanıdınız mı?
Yer yüzünden bir eşyanın, bir duygunun, bir düşüncenin, bir olgunun zıddını kaldırdığınızda hayatın anlamı kalır mı sizce?
Dediğim gibi, üzerinde yaşadığımız dünyadan siyahı kaldırdığımızda, beyazın hiçbir mana ve anlam ifade etmediğini anlayacaksınız. Beyaza beyazlık manasını giydiren siyahın ta kendisidir.
Siyah ne kadar da ruhumuza, düşünce dünyamıza karanlığı, karmaşayı, kaosu ve hatta sönüklüğü çağrıştırsa da beyaza kattığı anlam itibariyle siyahın kıymeti içerisinde beyazı barındıracak kadar anlam ifade ediyor.
Özgürlüğün kıymetini esaretteyken anlarız.
Hayatımızı özgürken ne kadar da monoton, sıradan yaşarız. Hayatın hep boş, anlamsız olduğundan söz ederiz. Hatta etrafımıza da bu yönde telkinlerde bulunuruz.
Halbuki yıllarını içeri de geçirmiş ve dışarı çıkmış bir mahkuma sorsanız hayatın nasıl olduğunu alacağınız cevap çok farklı olacaktır. Vereceği cevap sizi bu düşüncenizden vazgeçirecektir. Hayatı bir özgürlük alanı olarak görecek ve öyle algılayacaksınız. Ve öyle de yaşayacaksınız. Kuşlara gülümseyecek, bir sahil kenarında martılara simit atan sarı benizli bir çocuk gibi sevineceksiniz.
Su kenarında duran ve elindeki taşı gölde sektiren güleç bir insan gibi sevecenleşeceksiniz. Taşın gölde her sekmesinde yüzünüzdeki sevinç ve güleçlik biraz daha artacak.
Hayatın boş ve anlamsız olmadığını bizlere bahşedilen zaman dilimlerini içerisine inci mercan doldurulan bir define sandığına benzetecek ve kıymetini bilerek o değer ölçüsünce yaşayacaksınız.
Özgürlüğü kuşlara eş tutacak, kendinizi bir kuşun kanatlarında süzülürken bulacaksınız.
Her şey zıddıyla bilinir ve zıddıyla bir mana ve anlam kazanır.
Sevmenin ve sevilmenin ne kadar değerli ve kıymetli bir hazine olduğunu hayatında hiç sevmemiş ve sevilmemiş bir insanı bulduğunuzda, onu dinlediğinizde anlarsınız.
Her şey birbirinin zıddıyla bir manaya ve anlama bürünür.