BİR insanın sevmeyeceğini bile bile, sevebileceğini ümit etmek nasıl bir duygu? Sevmeyeceğini ve sevemeyeceğini adımız gibi bilmemize rağmen, sevmeye devam etmek nasıl bir his? 
Bu nasıl bir yangına atmaktır kendini. Duvara toslamak. Bile bile uçurumun kenarına gitmek ve kendini boşluğa bırakmak değil midir? Denizin ortasında elinde kürek olmadan bir fırtınada teknenin ortasına dikilmek ve gelebilecek herhangi bir dalgada suyu boylayacağını bilmek ve çaresizce ölüme boyun bükmek gibi. 
Hayatın bizler için çizdiği yaşam çizgisinde yürürken bazen tökezler, bazen ağır aksak ilerler bazen de hedefine giden bir kurşun veya ok gibi yalpa yapmadan ulaşacağımız hedefe varırız. 
Bizlere çizilen bu yaşam çizgisinde şanssızlıklar yaşadığımız gibi hayat birçok defa şans olarak yüzümüze güler. Belki de hayatın bizlere gülümsediği en güzel şans sevgidir. Sevebilmektir. O hissin içimizde bir yerlerde yeşermesidir. 
Sevebilmek arzusu…
Sevebilme ihtimali…
Sevme şansı…
Bir insanın sevilemeyeceğini bildiği halde, sevileceğini beklemesi dayanılmaz bir his olsa gerek. 
Belki diye başlayan cümlelerimiz olur. 
Biraz daha sevseydim…
Daha önce çıksaydım karşısına…
Gözlerine bakıp aynanın karşısında kendime söylediklerimi gözlerinin içine bakıp söyleyebilseydim…
Aksaydım yüreğine…
Gözlerine aktığım gibi….
Geceye usulca fısıldarız hüzünlü bir şarkının tesiriyle. 
Umut ederiz…
Bir bulutun yağmur yüklü tarafına bırakırız. Bir akşam serinliğinde sevgilinin gözlerine yağmak için. 
Bir gök kuşağının en parlak rengine sarıp sarmalarız bir sabah aydınlığında saçlarına takılsın diye…
Bir kapı eşiğinde bekleriz. Umutla… Aşkın kalp tokmağına dokunmak için gözlerimiz kapı aralığındadır. 
Bir merdiven dibindedir bedenimiz. Kulağımız içeriden gelebilecek seste. “Sevebilirim” kelimesini duymayacağımızı bildiğimiz halde, bedenimizi kapı eşiğine, gözlerimizi kapı dibine mıhlamışızdır. 
Umut ederiz…
Çaresiz bir bekleyiştir. Biliriz ama yine de bekleriz. 
İçimizde yeşeren birçok duygu vardır. Keşkenin yanı başında yeşeren bir duygudur bu. 
Belki de. 
Sevmeyecek olanın, sevebileceği umudunu içimizde yeşertiyor. 
Belki bir gün…
Belki aniden bir yerlerde sevgilinin bir bakış, bir göz süzmesi, bir göz kırpması halini yakalayabilme ihtimalinin belki de bir bekleyişidir bu… Belki de… 
Hani olur ya. Dünya hali bu. Bir ihtimal…. Milyonda bir ihtimal… 
Bütün bu bel kilerle beklemek nasıl bir histir. 
Hedefine giden bir kurşunun önünde sabit bir şekilde, hiç kıpırdamadan beklemek…
Karanlığın içinde yürümek gibi bu bekleyiş. 
Ay ışığının hiç vurmadığı, yıldızların mavi gökyüzüne veda ettiği bir zaman diliminde bulmak gibi bu bekleyiş. 
Bir yönüyle çaresizliği ifade eder. Ancak ne yazık ki bizler bu çaresizliği asla kabul etmeyiz. Çaresizliğin içinde kendimize bir çare yeşertir, onu sürekli diri tutmak için besleriz.
Sevmek…
Sevilmeyeceğini bile bile sevmeye devam etmek…
İdam sehpasına giden bir mahkumun dönüp dönüp arkasına bakması gibi….
Güneşe dokunamayacağımızı biliriz, ya da bulutların üzerine çıkılamayacağını… Gökkuşağının altından hiçbir faninin geçemeyeceği adımız gibi aklımızdadır. 
Bekleriz. Umut ederiz. Hiçbir ihtimal olmamasına rağmen “Bir ihtimal” deriz. 
Sevmeyeceğini bile bile, sevebileceğini düşler ve bekleriz. 
Bazen karanlığın içinden geçmek gibi insanın zihnine. Aydınlığa çıkmayı hayal etmek… 
Sadece hayal etmek…
Düşlemek…
Arzulamak…
Bir kapı aralığından bakmasını beklemek sabırla. 
Olmayacak bir olmaza bel bağlamak. 
İnsan böyle bir durumda nasıl bir acı çektiğini bile bilmeyebilir. Çektiği acı aslında ona ayrı bir zevk ve haz vermektedir.