En çok kıymet verdiğimiz, en değerli dediğimiz, bir saniyesini bile boşa geçirmediğimize inandığımız, sevgilinin gözbebeklerinde kaybolduğumuz, küçük bir bebeğin minik ellerini ilk defa tuttuğumuz, kanayan bir kalbe merhem olduğumuz, ağlayan bir gözü parmaklarımızın sırtıyla sildiğimiz, zaman zaman bizleri tebessüm ettiren, yüzümüzü olduğu kadar gözlerimizin içerisini de güldüren, keyiflendiren, üzüntü veren, kederlendiren, iç kanatan, kalp acıtan, bazen gözyaşı döktüren, damağımızda tatlar dimağımızda hazlar bırakan, gün yüzüne çıkmasını istemediğimiz, hep birilerinden sakladığımız, saklama gereği hissettiğimiz, avazımızın çıktığı kadar haykırmak istediğimiz, her önümüze çıkan birisinin boynuna sarılıp yüzüne gülümseyerek neşe içerisinde söylemek istediğimiz, itiraf ettiğimiz, gizlediğimiz hatıralarımız, yaşanmışlıklarımız var.
Onlara hemen ulaşabilmek, elinizi uzattığınızda dokunabilmek, gözünüzün önünde olmasını istediğiniz hatıralarınızı saklamak isteseydiniz, saklama gereği duysaydınız nerede saklardınız?
En güvenli yer neresi olurdu sizin için?
Kimsenin ulaşmasını istemediğiniz, gözleriyle bile dokunmalarına kıyamadığınız yaşanmışlıklarınızı nasıl bir yerde saklardınız?
Gözünüzden bile sakındığınız, sizlere mutluluk yaşatan, yaşamınızda derin hazlar bırakan, hayatınızın önemli noktalarında izler oluşturan yaşanmışlıklarınızı nasıl bir sandukanın içerisine koyar da saklardınız?
Size bu saklama yetisi, gücü verilseydi en çok hangi hatıralarınızı saklardınız?
Kırdıklarınız, döktükleriniz, yıprattıklarınız, incittikleriniz, kırdığınız kalpler, kanattığınız yürekler, acı verdiğiniz, hüzün doldurduğunuz başkalarının hayatları…
Onları ne yapacaksınız?
Onları da saklar mıydınız?
Yok yere akıttığınız göz yaşlarını, birisinin gözlerinin içerisine bakarak söylediğiniz yalanlarınızı, bu yalanların yıktığı, virane ettiği, harabeye çevirdiği hayatları, insanların yaşamlarına taktığınız çelmeleri, bu çelmelerden tökezleyenleri, yüksek bir binadan düşer gibi, uçurumun kenarından boşluğa itilir gibi dokundunuz ve parçaladığınız masum ve mazlumların hayatlarını da saklar mıydınız en bilinmez dediğiniz köşelerde?
Saklamazdınız sanırım.
Onları hatırladıkça sizlere vereceği acının boyutları, beyninizde oluşturacağı hasarlar, kalbinizin yorulmasına teklemesine sebep olması, içinizde yaşayacağınız hesaplaşma ve bu hesaplaşmanın neticesinde uğrayacağınız ruhi yıpranmalar sizleri bunları saklamanızdan alıkoyacaktır.
Tedavisi belki de imkansız kalp ve gönül hasarlarının yeniden yeniden içinizi kanatacağı korkusu bütün ruhunuzu ve bedeninizi saracaktır.
İnsanın kendisine değil de bir başkasının hayatına verdiği zarar yıpratır yine aynı insanı.
Zaaflarınızı, yalnızlıklarınızın sizlerde bıraktığı tuhaflıkları, kimsenin bilmediği, sadece sizin bildiğiniz yalnızlıktan doğan haz ve zevk uyandıran hallerinizi aynı yerde saklar mıydınız?
Yalnızlığın getirdiği rahatlık, rehavet ve bu rahatlıktan doğan neticesi bedensel hazza ve zevke giden yolculuğun hikayesini saklama gereği duyduğunuz diğer yaşanmışlıklarınızın yanına bırakır mıydınız?
Aldığınız hazzın ve zevkin yanına hüzün ve gözyaşını aynı kalıbın içerisine koyarak saklamazdınız.
Dokunduğunuz hayatların bu dokunmadan doğan acılarını, kederlerini, çektikleri ıstırapları aynı sandığın içerisine koymazdınız.
Bütün bu yaşanmışlıklarınız zihinlerinizde, kalbinizde, ruhunuzda, beyninizde, hislerinizde ayrı ayrı hüzünler, keyifler, zevkler, hazlar, iyimserlikler, gülümsemeler, ağlamalar, burukluklar, kederler, sevinçler bırakıyor.
Elbette her bir yaşanmışlığın ve sizlerde bıraktığı her bir duygunun sizler için yanınızda ayrı ayrı değeri
ve önemi vardır. Ve elbette her birini ayrı ayrı en kıymetli yerlerde, altın bir sandukada saklar gibi saklayacak, kıymet verecek, kimselerin ulaşıp incitmelerine izin vermeyeceksinizdir.
Güneşin ziyası gibi içinizi yakan, kavuran hatıralarınız var şu hayat denilen yolculukta. Ayın parlaklığı kıvamında parlak, yol aydınlatan, kalp ve gönlünüze aydınlıklar, ferahlıklar veren yaşanmışlıklarınız var hayatın çeşitli dilimlerinde.
Bunları yan yana koyar mıydınız küçücük bir tahta sandığın içerisine?
En değer verdiğiniz ve hatta kimselerin bilmesini istemediğiniz yaşanmışlıklarınızı en ücra yerlerde saklama gereği duyardınız sanırım.
En mahrem yaşantınızı, sevgilinin dudağına kondurduğunuz küçücük buseyi, gözlerinin içerisine bıraktığınız ateşli bir bakışı, yüzüne karşı gülümsediğiniz aydınlık bir tebessümü, yanaklarına düşen ince ipeksi saçını, sizin için terleyen avuç içlerini, size atan küçücük kalbinin tomurcuklandırdığı sevgiyi, bir çocuğun saf düşleriyle küçücük kırmızı oyuncak arabasını komşunun çocuğu bulmasın diye duvar diplerine saklamasındaki saflığıyla saklardınız belki de.
Girilmesi imkansız dediğiniz bir bahçenin etrafına çektiğiniz çitler gibi bazı yaşanmışlıklarınızın etrafına duygu ve düşüncelerinizden oluşan çitler çekersiniz.
En ücra yerlerde kurduğunuz düşlerinizi, bir uçurumun kenarında hissettiğiniz düşüncelerinizi, ulaşılmaz ve bilinmez saydığınız fikirlerinizi en ulaşılmaz yerlerde saklardınız.
Herkes elbet bir şeylerini saklar.
Sanatçılar, şarkıcılar, oyuncular, bir hukuk profesörü, bir diş doktoru, bir avukat, bir terzi bu yaşam deniler örgünün ve döngünün içerisinde biriktirdiği hatıralarını saklar veya en azından saklama gereği hisseder.
Her meslekten insanın kendisine göre sakladığı, hayatında “bu an benim için en değerli andır” dediği yaşanmışlığını saklayacağı bir yeri vardır elbet.
Biz hayatta bir hukuk profesörü olarak, bir terzi olarak, bir avukat olarak nelerimizi saklarız?
Bu saklama gereği duyduklarımızı en iyi nerede saklarız?
Ben en çok siyasetçilerin saklayacakları neleri olduğunu merak etmişimdir.
Bir siyasetçi en çok hangi anını. Hangi anısını saklamak ister?
Kimsenin bilmesini istemediğiniz görmelerinden ödünüzün koptuğu, ruhunuzun titrediği, aklınızın bin bir türlü erozyona uğradığı, kalbinizin yerinden fırladığı, saklamak istediğiniz hissettiklerinizi saklamanız gerekseydi nasıl bir yer bulur da saklardınız?
Bir oyuncuyu, şarkıcıyı, sanatçıyı, hakimi, avukatı, doktoru hatta yazarı ve şairi insanların karşısında muziplik yaparken, şakalar yaparak güldürürken, yüksek sesle gülerken, hıçkıra hıçkıra ağlarken görebilirsiniz. Bunları yapan kişiyi doğan bulabilir, olgunlukla karşılayabilirsiniz. Taktirle karşılar anlattıklarına gülümseyerek, alkış tutarak karşılık verebilirsiniz.
Ancak bir siyasetçiyi çok nadir istisnalar haricinde bu halde göremezsiniz. Bu tür insani durumlar sanki onlar için birer insani durum değilmiş gibi garipser, yüzüne tuhaf tuhaf bakar, bu haldeki siyasetçi sizin gözünüzde birdenbire koluna girip adeta askerlik anılarınızdan bahsedeceğiniz bir insana dönüşüverir. Gözünüzdeki ulaşılmaz olan, her konuşmasına kulak kabarttığınız, her sözünü önemsediğiniz, ağzından çıkan kelimeleri birer bir takip ettiğiniz, sözünün üstüne söz söylenmeyeceğine adınız gibi emin olduğunuz, bütün hal, hareket ve hatta mimiklerine gıpta ile baktığınız siyasetçi imajı bir anda herkes gibi normal bir insana dönüşüvermiş.
Acaba bütün bu halleri kendisine yakıştıramadığımız insan üstü özelliklerinin, tavırlarının, bir duruşunun olduğuna inandığımız siyasetçi de bizim gibi mi düşünüyordur?
“Bütün bu haller bana yakışmaz. Yüksek sesle konuşmalıyım ama yüksek sesle ağlamamalıyım.
Tebessüm edebilirim ancak diğer insanlar gibi kahkaha atmamalıyım, her insan gibi toplumun içerisinde kaşınan enseme parmaklarımı götürüp kaşıyamam yüzümü ekşiterek” diye mi düşünüyordur?
Bizler gibi insani özelliklerinin olmadığını, zaaflarının bulunmadığını, her insan gibi açığa vuramadığı hislerinin ve duygularının görünmediği bir siyasetçi bunların haricinde nelerini saklamak ister?
Elbette her insanın saklayacağı bir şeyleri vardır.
Sevgili ben en çok saklayacaklarımı gözlerinde saklamak isterdim. Dünyanın bütün güzelliklerini sığdırdığım kirpiklerinin arkasında sakladığın can alıcı, iç gıdıklayıcı, haz uyandıran bakışlarında saklamak isterdim en bilinmezlerimi.
Küçük sevimli bir çocuğun, çocuk saflığıyla misketlerini saklamasındaki masumiyet duygusuna bürünerek saklamak isterdim tüm saklanacak yaşanmışlıklarımı.
Ya saklayamadıklarımız.
Onları ne yapacağız?
Örselenen duygular ve düşünceler gibi yarım bıraktığımız sevdalarımız, bir uçurumun kıyısında gitgeller yaşayan karmakarışık bir insan gibi yaşamın kıyısındaki kararsızlıklarımız, eksik bırakılan düşler, yarım yaşanan mutluluklar, med ceziri andıran yaşam çizgimizi saklayamadıklarımızın arasına koymamız gerekmez mi?
Saklamak isteyip de hatırlanınca canımızı acıtmasından korktuğumuz yaşanmışlıklarımızı saklayamamanın içimizde bırakacağı derin yaraları nasıl ve nerede saklayacağız? Daha doğrusu saklayacak mıyız?
Sevgili ben en çok saklamak istediklerimi gözlerinde saklardım.
Bir küçük çocuk masumiyetinde sokulmak gözlerinin en kuytusuna.
Ve ben en çok siyasetçilerin saklayacaklarını merak etmişimdir.
Atamadıkları kahkahaları, bırakamadıkları hıçkırıkları, varsa kapıyı üç defa açıp kapamak, araçların plakalarını okumak, sağ taraf hep çift sol ile hep tek gelmeli bir sayıda gibi ilginç, garip, tuhaf davranışlarını ve hallerini merak etmişimdir nereye saklarlar diye?