Korku ve yalnızlık, ikisi bir araya geldiğinde nasılda içine düşülmüş derin bir dipsiz kuyuyu andırıyor.
Korkunun rengi ile yalnızlığın soğuk yüzü bir insanda birleştiği zaman iki omuzuna ağır yük bindirmiş yokuş yukarı tırmanan bir hamal misali insanın başı hep yerde olur.
Sahi korkunun rengi var mıdır?
Korkunun rengi var ise hangisidir. Gökkuşağının renklerinden olmayacağı kesin. Sizi bilmem ama eğer korkunun bir rengi var ise bu renk siyahtır derim.
Yalnız insan korkar.
Korkan insan yalnızlaşır.
Hep kaçar korkularından. Korkularından kaçtıkça yalnızlaşır. Bir geminin buz dağlarına ya da dev kaya kütlelerine çarpmamak için önüne gelen belirsiz limanlara savrulması gibi savrulur korku limanlarına.
Bu limanlarda yalnızlığın kendisini beklediğinden habersizdir. Usulca sokuluverir yalnızlığın koyu kuytusuna.
Korkunun bir ipi olsaydı kaçımız sarılırdık ona?
Kaçımız yalnız kalmamak için korkularımıza sığınmışızdır?
Boyun bükülen, affedilmeyi dileyen bir günahkar gibi korkunun koyu koynunda yalnız kalmamayı dilenir kaçımız?
Yalnızlığın bir kapısı olsaydı ve ardına kadar açık bulunsaydı kaçımız adım atardık içeriye doğru?
Kaçımız o yalnızlık kapısının tokmağına dokunurdu?
İnsanlardan, insanların dehşete düşüren, insanı insan olmaktan nefret ettiren, ham, çiğ, yontulmamış bakışlarından kaçmak için kaçımız yalnızlığın kapısına bir dervişin efendisinin kapısına hasırını atması gibi atardık tüm benliğimizle kendimizi?
Korkutan yalnızlıklarımız var bizim. Kimsenin bilmesini istemediğimiz, hissetmesinden ödümüzün koptuğu, bir bakışın, bir nazarın bile fark ettireceği ve bundan ürperdiğimiz korkutan yalnızlıklarımız var bizim.
Küçücük bir serçenin kanatlarında taşıyıp da yorulmayacağı ancak bizim omuzlarımızı çökerten, adımlarımızı bir ipin birbirine dolanması tökezleten taşımakta güçlük çekeceğimiz korkutan yalnızlıklarımız var.
Kimsenin haberi olmadan, kimselere hissettirmeden korkarız ve korkunun koynundan kaçarken yalnızlığın o derin ve korkutucu ağzına itiliriz.
Korkularımız yalnızlaştırır bizleri.
Yalnızlaştırılan nedenlerimiz olduğu gibi, korkuyu tetikleyen nedenlerimizde vardır.
İnsanın yaşı ilerledikçe yalnızlık korkusu sarar benliğini. Bu korku yavaş yavaş vücuda sirayet eder, vücudu ağır ağır eriten bir ur gibi sarar ve bütün bedene yayılır.
Önce akıl eder yalnızlığa doğru ilerleyen insan. Sonra hislerine, duygularına yayılır bu yalnız kalma korkusu. İlerleyen zaman dilimlerinde bütün benliğini sarar ve korkunun dayanılmaz sızısını hisseder.
Yalnızlık tetikler korkularımızı.
Hiçbir kimsesi olmayan bir insan düşünün. Eşi, dostu, akrabası, arkadaşı, bir sırdaşı, hatta bir merhaba ile yanına gideceği, kapısını tıklatabileceği bir tanıdığı olmayan bir insan hayal edin.
Belki de vardır böyle insanlar etrafınızda. Bulunduğunuz mahallede, kasabada, semtte, olmasa da şehirde mutlaka bulunur. Böyle bir insanın korkusu gece yarısı hortlak görmüş veya düşünce dünyasında hayaletlerle karşılaşmış bir insanın korkusuyla nasıl da eş değerdir.
Yalnızlık korkusu sarar bütün benliğini.
Düşünce dünyasında bir yılanın bozkırda otların arasında sessizce ve sinsice dolaşması gibi gezinir. Korkar insan yalnız kalmaktan.
Yalnız kalan insan korkar geleceğinden endişe ederek. Hiçbir ümidi, hiçbir dayanak noktası, tutunacak bir dalı kalmadığını düşünür ve korkar yalnızlıktan. Korkutur yalnızlık insanı.
Yalnız kalacağını düşünen ve o umutsuz sona doğru ilerleyen bir insan korkar yalnızlıktan. Korkularını düşünce dünyasına yüklemiş bir insan yalnızlığın zırhını giyinen bir savaşçıdır. Savaş meydanına çıkan bir savaşçıyı andırır hali. Bütün vücudunu saran yalnızlık zırhına bürünmüş, gelecek bir korku kılıcı darbesine zırhını siper eden bir savaşçıdır ve korku meydanında korkuya karşı mücadele verir. Bu savaştan galip gelen insan çok nadirdir.
Yalnızlığın zırhını giymiş kaç insan vardır etrafınızda korku meydanında korkuya karşı savaşan?
Korkularımız yalnızlığın ağzına doğru itekler bizi. Hatta korkularımız yalnızlaştırır bizi.
Korkularımızdan korkmamak için yalnızlığın zırhına bürünürüz. Ne çok korkular taşırız içimizde.
Kaybetme korkuları, sevdiklerimizin gitmelerinin bizlerde bırakacağı korkularımız, terkedilme, yüzüstü bırakılma korkularımız, aranıp sorulmama korkularımız, bir merhabaya hasret kalma, bir nazara, bir bakışa özlem duyma korkularımız vardır bizim. Bütün bu korkularımız bizleri yalnızlık denilen o mağaranın ağzına, uçurumun kenarına, yangının ortasına itekler.
Yalnızlık elbisesini giydiğimizde korkunun bahçesine düşmüş, yalnızlık şehrine girmiş oluruz. Birçok korku taşırız benliğimizde. İçimize çeşit çeşit, birbirinden farklı korku yağmurları yağar. Korku tüneline giren bir insanın her aşamada ayrı bir irkilme yaşaması gibi insanda her bir zaman diliminde farklı yalnızlıklar yüklediği akıl, fikir, düşünce belleğinde çeşit çeşit korkular yaşar. İnsan korkularıyla büyür.
Ne kadar çok korkular yüklenirse yüklensin omuzlarına, düşünce dünyasına yine de insan yaşamanın, korkularıyla hayatını devam ettirmenin bir yolunu bulacaktır. İnsanın korkuları, insanın ayrılmaz uzuvları gibidir. İnsan kendi benliğinde büyüdükçe korkuları da o ölçüde büyür ve insanın benliğini, düşünce dünyasını, hayal alemini sarar.
Korkuları olgunlaştırır insanı. Güçlü kılar korkuları. İnsan korkularının üzerine gittikçe güç kazanır. Bir zırh gibi üzerine geçirdiği korkularına sarındıkça korkularını benimser ve bu benimseme korkularıyla barışık olmayı doğurur kendi içerisinde.
Korkularıyla iyimserliğe ulaşan insan, olgunluğa erişir. Ancak yalnızlık korkusu başkadır. O, büyütmez. Asla olgunlaştırmaz. Hep biraz daha küçültür insanı kendi içerisinde. İnsanı kendi kabuğuna biraz daha hapseder. İnsan yalnızlaştıkça içten içe kendi içine küçülür.
Erkeğin kadın üzerindeki korkuları olduğu gibi, kadının da erkek üzerinde korkuları vardır. İkisi de karşı cinsine farklı korku duyguları besler. Kadın iç aleminde erkeğine karşı bir yalnızlık içerisine girer. Çaresizdir. Düşünce dünyası, hülyalar alemi, gitgelleri yaşamaktadır. Karşı cinsin her davranışı, her hareketi, yaptığı küçük mimikleri bile dikkatini çeker. Bu dikkatin, erkeğini adım adım takip etmenin altında terkedilme, terkedilmenin sonucunda yalnız bırakılma korkusu yatmaktadır.
Kadın erkeğinin üzerine o denli özenle titrer. Erkeğin üzerindeki gözünden hiçbir şey kaçmaz. Kaçar mı dersiniz? Yanılırsınız derim size. Kadının dikkatinden kaçmaz. Sadece küçük bir ara vermiştir kadın yada dikkatini bir başka yöne kaydırmış küçük bir zaaf oluşmuştur.
Sizce bir kadının erkeğinin üzerine algılayamayacağınız derece de, olması gerekenden daha fazla titremesi, göz gezdirmesi erkeğini kaybetme ve bu kaybetmenin sonucunda kendisinin yalnız kalma korkusu olabilir mi?
Kadın erkeğini kaybettikten sonra yalnızlık korkusunu tatmak istemediği için mi erkeğinin üzerine titrer ve düşkünleşir?
Her şeyden nem kapan, en ufak bir hareketi, küçücük bir mimik olayını, göz kaçırma, yutkunma hareketlerini dikkatle takip etmesinin altında yalnızlığın zırhını giymeme korkusu yatabilir mi? Kadının erkeğinin gözlerine her bakmasında, parmaklarının erkeğinin avuçlarının içerisinde adeta saklanarak kaybolmasında, omuzlarına başını her bırakmasında yalnızlık korkusunu duyumsaması mı yatıyordur?
Özler kadın. Sevilmek ister, hep ilgi bekler. Erkeğin, kendi ekseni etrafında dönmesini ister. Güne bakandır erkek kadın için. Kadın ne yana dönerse erkeğinin o yana yönelmesini ister. Haz duyar  bundan. Sizce bütün bunlar, kadının içerisinde yeşeren yalnızlık korkusunu bastırma iç güdüsü olarak düşünebilir miyiz? Kadın yalnızlık korkusunu giymemek için mi bu denli erkeğinin kendisine güne bakan olmasını arzular.
Kadın için yalnızlık korkusunu giymek ne ise, erkek için de aynı korku geçerli değil mi?
Erkeğin kadından korkması biraz daha farklıdır. Erkek, kadınından elbette korkar. Kadınının kendisini yalnız bırakmasından ziyade yanında olup da yanında değilmiş havası estirmesi, erkeğini dikkate almaması, önemsememesi, yüz vermemesi, karşısında gözlerinin içerisine baksa bile bu gözlerin boş gözler olduğunu bilmesindeki yalnızlık bir erkek için ne korkunç bir yalnızlıktır. Kadın bağırsın ister, yüzüne karşı yüzünü ekşitsin, gözlerine baktığında bir iğne gibi gözleri gözlerine batsın ister. Korku filmlerinden fırlamış hortlaklar gibi gecenin bir yarısı uyansın ister. Karşısına geçsin gerekirse aklını başından alsın ister. Fakat, kendisini önemsememesini, dikkate almamasını asla kabullenmez.
Ağır gelir bu hal bir erkek için. Kadının en büyük cezasıdır erkeğini görmezlikten gelmesi, karşısında var olduğunu bilmesine karşın yokmuş gibi hareket etmesi. Kadın, erkeğini önemsememe, dikkate almama korkusuna iterken kendi içerisinde nasıl bir haz alır ve duyumsar bu hazzı?
Kadının erkeği mi yoksa erkeğin kadını mı yalnızlaştırması daha çok acı verir?
Ya da soruyu tam tersi sorsak, kadının erkeği mi, yoksa erkeğin kadını mı yalnızlaştırması hangisine daha çok zevk ve haz duygusu verir?