Ortalık yavaş yavaş ağarmaya, karanlık çekilmeye başladı. Bir bölük Rus askeri de oradaki mevzileri tutmuştu. Saldırı olduğunu biliyor, elleri tetikte bekliyorlardı.
Karanlık yeterince açıldığında onları gördüler. İleride, açıkta, karşılarındaydılar. Orada bulunan Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç durum karşısında gözlerine inanamamış, afallayıp kalmıştı.
“Deli mi ne bunlar? Böyle açık hedef olunur mu? Türkler gibi asker yoktur, doğru da bu ne acemilik, bu ne akılsızlık!” dedi. Korku, kaygı içinde askerlerin mevzilenmelerini, ateş etmek için hazır olmalarını istedi. Bir yandan da dürbününü doğrultup doğrultup onlara bakıyordu.
“Omuz çukurlarında yuvalanmış mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzere” olduklarını görmüştü. Ancak kıpırdamıyorlardı. Pietroroviç ne diyeceğini şaşırdı. Bir türlü ateş emri ağzından çıkmadı, çıkamadı. Yavaş yavaş durumu anlamaya başlamıştı. Elini ‘Durun, bekleyin’ der gibi ettikten sonra mevziinden çıktı. Karlara gömüle gömüle onlara doğru yürüdü.
Gözleri namlu ucunda bekleyen Rus askerleri silahlarına daha da sıkı sarıldılar, parmaklarını tetiğe daha çok bastırdılar. Kıpırdarlar, komutanlarına saldırırlarsa göz açtırmayacak ateş edeceklerdi.
Pietroroviç yaklaştı. Yok, bir kıpırdanma yoktu. Rus askerleri daha bir gerilmişlerdi. ‘Ne oluyor, bu nasıl iş?’ şaşkınlığı yaşıyorlardı. ‘Bir aykırı durum var da ne? Oraya dek gelmişler. Ne duruyorlar, ne bekliyorlar?’ 
Böyle sorularla durumu deştikçe bir şeyler seziyorlar ancak yine de bir anlam veremiyorlardı.
Pietroroviç sonunda onların yanına vardı. Karşısında diz çöküp tüfeklerini doğrultmuş beş asker durmakta, buz gibi soğuk gözlerle ona bakmaktaydılar.
Bozoklu Hasan Oğlu Salih, Diyarbekirli Ahmet Oğlu Şehmuz, Balıkesirli Bekir Oğlu Dursun, Edirneli Mahmut Oğlu Recep, Vanlı Hikmet Oğlu Haşim’di adları.
Tümünün de işaret parmakları tetik ucunda donmuştu. Soğuktan korunmak için kaput yakalarının içine gömdükleri başlarını ölüme de gömmüşlerdi artık. Sakalları, bıyıkları dimdik olmuş dikenler kaplamıştı yüzlerini. Gözleri açık kalmış, gözleri açık gitmişlerdi soğuk ölüme.
Salih Onbaşı’nın sırt çantasından tamtakır kurumuş ve donmuş bir yarım ekmek çıktı. Belli ki beyaz ölüm, kara soğuk onu yedirmemişti. Bir de kaputunun döş cebinde bir kağıt parçası buldular. Açtılar baktılar. Nerede nasıl yazmışsa birkaç dizeyle anasına seslenmişti.
Sarıkamış Dağları yana devrilir 
Askerin üstüne kurşunlar savrulur 
Nice anaların bağrı kavrulur
Ağlama kısmetse gelirim ana 
Canım kurban olsun aziz vatana.
Pietroroviç o günün raporunu yazdıktan sonra, şunları ekledi:
“Bir tas çorba verebilmek için o çocukları teslim almak isterdim… Teslim alamadım, zira bizden evvel Allah'larına teslim olmuşlardı."
General Pietroroviç 24-12-1914 Perşembe.
*
Kaynaklar:
Salih Onbaşı’nın yeğenleri: Dursun, Şükrü, Salih ve Celal Koç
Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç: 
İlhan Bardakçı: Tarihten Yapraklar
1 Çalkama: Yoğurtla suyun iyice çalkanarak karıştırılmasıyla yapılan içeceğe öyle derlerdi. Sonra onlar da “ayran” der oldular.
2 Oba: Yayla evlerinden oluşan yerleşim yeri. Beş on evli yerleşim yeri. Bir de, öz be öz bu Türkçe sözcüğün anlamını ne yazık ki yabancı kökenli bir sözcükle vermek zorunda kalabiliyoruz. Kısaca oba mahalle anlamına da geliyor.
İlhan Bardakçı: Tarihten Yapraklar.