YAŞLILIK, KOCAMIŞLIK ÜZERİNE BİZCE, BİZİM ORALARCA YAZILANANLAR, SÖYLENENLER VII
OLMUYOR

Giden gençliğimi, biten ömrümü
Arasam olmuyor, sorsam olmuyor
Gam, kasavet, çile büktü belimi 
Dünyaya darılıp küssem olmuyor

Gençlik güzeldi, yaşlılık bir bela
Şimdi kul oldum bende bir kula
Tutmuyor dizlerim geldim ne hale
Otursam olmuyor kalksam olmuyor

Gaflet kurşunuyla vurdular beni
Ne aradılar ne sordular beni
Diriyken ölüye saydılar beni
Söylesem olmuyor sussam olmuyor

Yalnızlık belası canımı yakar
Gözüm bir dost arar kapıya bakar
Düşünsem de her yol maziye çıkar
Ağlasam olmuyor gülsem olmuyor

Tedbirden takdire sundum işimi
Deryaya ulaşan bu gözyaşımı
Beş vakit secdeye değen başımı
Alıp diyar diyar gitsem olmuyor. 

Sabahlarım olmaz, uzun geceler
Dört duvar üstüme gelir geceler
Kâbuslar görürüm bazı geceler
Uyusam olmuyor yatsam olmuyor

İçimizde yalnızlığın sızısı
Günden güne artar dinmez acısı
Sabır deryasında vuslat arzusu
Kuş olup âlemden uçsam olmuyor

Mansur gibi ben de kalmışım darda
Beklerim gelen yok gözlerim yolda
Hani oğlum, kızım, hani nerede?
Gönlümden silip de atsam olmuyor

Âdet, töre, hatır, gönül vuruldu 
Sevgi, saygı, vefa yere serildi
Vay başıma, et tırnaktan ayrıldı
Eyvah, dizlerimi dövsem olmuyor

Sinmiş can özüme bir yüce ferman
Ağzını açmış bak bekliyor zaman
Hem çare değil ki şu falan filan
Her yerde derdimi açsam olmuyor. 

Ömrümüz bitti yaşlandık gayrı biz
Kalmadı gençlikten geride bir iz
Elde olsa bir gün durmaz gideriz 
Vakit zaman gelmeyince olmuyor

Ozan Yüksel ben de çok çile çektim
Kaderin elinden boynumu büktüm
Issız gecelerde gözyaşı döktüm
Sırrımı ellere versem olmuyor
Yüksel Koç

“Gençler ilkbahar yaşar, yaşlılar kış, öyle bir kış ki ardından bir türlü bahar gelmez.” Firdevs’i

BU “OLMUYOR”A BİRKAÇ SÖZ – Şahin Güvenç

Olmazlıkların çoğaldığı, olmazların ‘olmaz olasıcalar’ dedirdiği çağlara gelince, “Olmuyor,” demek ki! Bunu ozanımız Yüksel Koç yazmış, dizmiş, böyle dile getirmiş.
İlk dörtlükte giden gençlikle, biten ömre “arasam olmuyor, sorsam olmuyor,” demiş. Öyle, onlar yitmiş olmalı ki arıyor. Nerededir biliyordur, bilmez mi? Gösterir de. “Aha,” der, “şu ardımızda bıraktığımız dağ gibi yılların ardında!” Gel gör ki oraya dek söylüyor. Sonra durukuyor, “Olmuyor,” diyor. Onların nerede olduğunu bilip de gidememek var. Zaman işte, akışı bir yöne… 
Dünyanın gamı, kasaveti, çilesi bel bükse de darılıp küsemiyorsun. Sanırım biliyorsun, bu böyle. 
O yüzden gençlik geçmeden, ömür bitmeden aramalı, sormalı onu. Demiri tavında dövmeli, gençliği çağında görmeli, ömrü yaşayarak sürmeli.
İkinci dörtlükte ‘Gençlik lay lay, yaşlılık vay vay!’ konusu var. Buymuş, böyleymiş: “Otursan olmuyor kalksan olmuyor.”
Üçüncü dörtlükte ölmeden önce ölmek, kocamış olarak sayılmak değil de ölüye sayılmak var. Söylese olmuyor sussa olmuyor.
Dördüncü dörlükte can yakan yalnızlığa değinmiş. Çoğu artık olmadığı, olamadığı için gelen giden az ya da yok. Varsa da pek gelmeyince, gözler kapıya bakar kalıyor. Kimse gelmeyince, kimse olmayınca da geçmişe dalıyorsun doğal olarak; öyle ya, çoğu orada... 
Beşinci dörtlükte saptama ilginç! Demek ki yaşlılık işi tedbirden takdire sunma günleriymiş. Eskiden çoğu şey elindeyken, şimdi elde oluyorsun. Artık elinden bir şey de gelmiyor. Öyle olunca o başı alıp diyar diyar gidesin geliyor da... Omuyor, olmuyor, o da olmuyor.
Altıncı dörtlükte ‘Uyku girmez göze’ demek istiyor: Sabahlar olmuyor, uzun geceler. Geceler öyle uzayınca, dört duvar da oluyorlar üstüne üstüne geliyorlar. Öyle kalsa iyi de.. Kabuslar da var kara geceler. O yüzden, “Uyusan olmuyor yatsan olmuyor!”
Yedinci dörtlük; yaşlılık, yalnızlık, sızı diyor, gidiyor. Artmakta olan dinmez bir acı. “Sabır deryasında vuslat arzusu, kuş olup alemden uçsan olmuyor.”
Sekizinci dörtlüğe “Mansur gibi ...” diye başlamış. Mansur, Hallâc-ı Mansûr olsa gerek. Darda kalan o da ondan. O darlık darağacından geliyor. Kısaca darağacında kalmış Mansur. Kocayınca bu da böyle değil mi; dardasın, darağacındasın. Sehpanın ayağına tekmeyi vuracak olansa zaman…
Dokuzuncu dörtlükte içe en çok dokunana yakınma var. Daha önce de belirtmiştim. Yokuş dikleştikçe, yaşamı çekemeyince çekilmez oluyorsun sanırım. Çeken de çekeni çeken de çekemez oluyor. O yüzden olanlar oluyor, o yüzden bunlar oluyor.
Onuncu dörtlükte “ölümün fermanı” anılmış. Ağzı açık bir dev, bekliyor zaman. Yuttu yutacak. Sağa sola baksan da çırpınsan da “falan filan!” Kısaca, en iyisi susmak. Derdini açıp da ne olacak
On birinci dörtlük bir boyun eğiş gibi: “Yaşlandık gayri!” Gençlikten bir şey kalmayınca, artık bu kocamışlık cana tak edince... “Elde olsa bir gün durmaz gideriz,” denildiği oluyordur. Yine de bu bir avuntu... “Vakit, zaman gelmeyince olmuyor,” deyip gerçeğe dönülüyor: “Ağı da olsa zıkkım da olsa, biraz daha...”
On ikinci dörtlük son dörtlük. Söz bağlanmış. Ozan Yüksel’in çile çekmişliği, kadere boyun bükmüşlüğü, ıssız gecelerde gözyaşı dökmüşlüğü... Sırrını ellere verse olmuyor.
Kısaca yaşlılıkta, kocamışlıkta ne olmuyorsa dizip saymış ozan Yüksel Koç.
Bu olmazlıklar çağında “Olmuyor!” diye yakınırken; deseler, dilleri olsa.... “Siz öyle diyorsunuz da bunu bir de gelin bize sorun. Biz öyle de olamadık ya. O yaşa gelemedik. Birden yittik, yok olduk. O ‘olmuyor’ dediğiniz yaşlara çok uzak yaşlarda kaldık. Ötesini göremedik! Vara öyle olaydı da biz de öyle diyeydik, ‘Olmuyor!’ gibi bir durum da var.
Kısaca “Olmuyor” da yine de olsun. Öyle olsun! Bir biçimde oluyor.
Olsun Yüksel Koç, olacak kadar olsun. Eline, yüreğine sağlık. Sevdiklerinle olduğu kadar, olabildiği oranda var ol, çok yaşa.
Şahin Güvenç