Ozanımızın kendi ağıtı ise daha bir başka. İçinde acının öncesi, yaşadığı an ve sonrası var. Sızlamaya başlayan, acıyan, sonra da dağlayan aşamalar bunlar.
Tanığıyım bunların. Düzenli görüşmelerimizin en önemli gündemlerinden biri de buydu. Onların böyle olmaları; dayanmaları, direnmeleri, katlanmaları, birbirlerine omuz vermeleri ikisine de saygımı, sevgimi daha da çoğalttı.
Bilindiği üzere Safiye, ozan Yüksel Koç’un değerli eşi, bizim iyi yürekli gelin bacımız yaşama gözlerini yumdu. Yüksel Koç’un o kırk yıl önce, düğün dernekli, toylu gönül evine giren Evdeş’i şimdi istemeye istemeye, gözleri arkada kala kala gönül evinden çıkıp gitti. Ozan Yüksel’in ‘yüreğine nakış nakış örülen, yaz bahar demeyip her mevsim açan gülü’ yavaş yavaş soldu, kurudu dalında. 
Ozan Yüksel’in evi de gönül evi de Evdeş’siz artık. Kırılmış gülünün kuruduğu dal, kol kanat kırık.
Dediğim gibi düzenli görüşüyorduk. Neler yaşadıklarını az da olsa biliyorum. Direndiler, var güçleriyle birbirlerine dayandılar. Birkaç ay denileni altı yedi yıl ettiler. Bu, birikip büyüttükleri sevginin gücünden olsa gerek. 
Ozan Yüksel Koç 6 Ocak 2022 günü yukarıdaki dörtlüklerle birlikte birkaç açıklama yazmış göndermiş. İçim sızlaya sızlaya okudum.
“Şahin, Dayıoğlu,
Bu dizeleri Niksar’da yazdım.
Safiye’nin durumu çok kötüleşti. Bu soyka derdin son evreleri… Dün Tokat Devlet Hastanesinin Göğüs Hastalıkları Bölümü’ne götürdük. Baktılar, “Akciğerler bitik, yapacak bir şey yok,” dediler. Sonuçları Ankara’daki doktoruna gönderdik. O da aynı şeyi söyledi.
Anlayacağın kolum kanadım kırıldı, çaresizlik mahvetti beni. Verilmez ki canımdan can versem. Elim ayağım dolaştı, kırk dört yıllık eşim elimin altından kayıp gidiyor. Bense bir şeyler yapamıyorum. Öyle kötü oldum ki anlatamam. Yukarıda yazdığım şiir de her şeyi anlatıyor zaten.”
Görüşmek için çabucak aradım. Konuştuk.
“Bunları Safiye’ye duyurmadık. Daha da çok üzülür. Önümüzdeki Pazar gecesi emar çekip bakmak için Ankara’da hastanede randevumuz var. Artık buna gerek kalmadığını, bir anlamı olmadığını söylediler. Doktorları dinlesek, gitmesek Safiye bunu anlar. Daha bir kötü olur. Bunu bildirmeyeceğim. Bir şey yokmuş gibi olağan kontrol için Niksar’dan yola düşüp Ankara’ya götüreceğim. Doktorla konuşacağım. Yine emar çektirip kontrolünü yaptıracağım.
Hastaneye yatsın dediler de... Yok, istemiyorum. Bu olunca o andan sonra kopup ayrılacağız. Oysa en son anlarına dek yanında olmak istiyorum. Daha çok acı çekecek olsa da evde tutacağım. Hemşire de olan gelinimiz benimle birlikte yanı başında olacak. Artık o çok acı çekmemesi için gerekli ilaçları verir.”
Böyle dedi, anlattı söyledi. Bense ne desem bilemedim. Konuştuk buruk buruk.
Konuştuktan sonra düşüncelere daldım. Eşinin baş ucunda kalmak isteyişi ondan ayrılmak istemeyişindendir. ‘Bak ben buradayım, yanındayım. Sürekli yanında kalacağım,’ demektir bu. Büyük bir düşüncelilik, çok büyük bir özveri, çok sıkı bir bağlılık… Etkileyici, duygulanmamak elde değil.
Ne yazık ki bu gerçekleşmedi. Olmadı, olamadı. Ankara’ya gelmişler. Anlaştıkları saatte hasteneye gitmişler. Emar çektirip gerekli kontroller yaptırmışlar. Durum belli, küçük bir umut varmış o da sönmüş. Ankara’da birkaç gün kalmışlar. Niksar’a gitmek için yola çıkacakları gün fenalaşmış. İvedi olarak geri hastaneye götürmüşler. Ertesi günün gecesi ne yazık ki gözlerini yummuş, sonsuz uykusuna dalmış.