Kum tanelerinin arasında kaybolabilmeyi beceren küçük solucanlar gibi insan yığınlarının arasında kaybolan yine aynı insan yığınları…
Yıldızlar gibi yer yüzünde kümelenen insan, bu küme arasında yalnızlaşmayı nasıl başarabiliyor?
Yalnızlaştırılıyoruz. 
Şu hayat denilen kısacık zaman dilimlerinde…
Kendi içine, kabuğuna çekilerek, pusarak, her şeyden ve herkesten uzak bir hayat yaşayarak yalnızlaşmak. 
Yalnızlık ve yalnızlaştırılma kelimeleri beni olduğu gibi birçok insanı da eminim ürkütüyordur. 
Yalnızlık mı korkuyu doğuruyor yoksa korku mu yalnızlığı beraberinde getiriyor?
Yalnızlaştırılan insanlar, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar…
Yalnızlığa itilen bir hayat yaşamdan ne kadar zevk ve keyif alabilir?
Bedenlerin esir alınması gibi “yalnızlıkta bir korkunun esareti değil midir?”
Ne kadar korkuya yaklaşırsak o denli ve o ölçüde yalnızlığa yaklaşmış oluruz. 
Zihinsel ve bedensel bütün korkular, yalnızlığı içerisinde saklar. İnsan korktuğu şeyden kaçarken, bilmeden veya istemeden yalnızlığı kucaklar. Korkunun esiri olan bir insan, yalnızlığın enbisesini giymiş demektir. 
Zihinlerimiz, duygularımız, fikirlerimiz düşüncelerimiz, aklımız, kalbimiz ve gönlümüzde yalnızlaştırılmıyor mu?
Zihinlerimizi, aklımızı, kalbimizi ve hatta düşünce dünyamızı özgürleştirmediğimiz sürece onları yalnızlıktan kurtaramayız. Bir kalıbın, bir şeklin içerisine hapsedilen aklımız, kalbimiz, düşünce dünyamız bu kalıbın içerisinde dört duvar arasında ölümü bekleyen bir mahkum gibi çürüyeceği günü bekleyecek. 
Yalnızlaştırılacak. 
Oysa elimiz de tuttuğumuz balonların ipini bırakmalıyız. Biz sadece ipi tutmuyoruz. Bütün balonları da iple birlikte tutuyoruz. İpi bıraktığımız an balonlar havalanacak ve özgürlüklerine kavuşacaklar. Zihinlerimiz, düşünce dünyamız, kalbimiz, aklımız kalıplaştırdıklarımızdan kurtuldukları an özgürleşecek ve yalnızlıktan da kurtulacaktır. 
Biz kendi hayatımızı ne denli bir kalıbın içerisine sokmaya çalışırsak o denli zihinsel ve düşünsel fikir özgürlüğünden uzaklaşırız. Bu da bizi yalnızlığa iter. 
Bir delikanlının gördüğü bir dilbere vurulup aşık olduktan sonra hep onu düşünmesi, onu bir kaybetme daha da ötesi zihninin onu unutmasını düşünmesi bir yalnızlaşma korkusu değil midir?
Yeni zaman dilimlerinin getirdiği insanların üzerine binen hayatını idame etme dürtüsü ve belki de korkusu en doğru olanı olsa gerek. 
İnsanları insan yığınlarının arasında bir kaplumbağa gibi kendi kabuğuna çekiyor.
Sevgisizlikler yalnızlaştırır insanı.
Hayatın insanların üzerine bindirdiği adeta boyunlarına astığı, insanı kendisine köleleştirdiği teknoloji insanı kalabalıklar arasında yalnızlaştıran yığınlar haline getiriyor. 
Kalabalıklar içerisinde yürüyoruz. Caddelerde, sokaklarda, parklarda, toplu taşıma araçlarında düğünlerde, bayramlarda ve hatta cenazelerde yalnızlaşan insan yığınları…
Kendi benliğine, kendi düşünce dünyasına, kendi iklimine, kendi kabına çekilen insanlarla caddelerde, araçlarda omuz omuza yürüyor, zaman zaman çarpışabiliyoruz. Sadece pardon diyebiliyoruz. Ve bir merhabayla koca bir yalnızlığa bir küçük taş atarak bu yalnızlığı dolduracağımızı zannediyoruz. 
Yığınlar…
Koca koca insan yığınları…
Kalabalıklar arasında yığınlaşan yalnızlaşan insanlar…
Ve sen sevgili yalnızlaşmak mı istersin? Yoksa bir bahar ikliminde dağın eteklerinde filizlenen sarı çiğdemler gibi bende kalabalıklaşır mısın?
Konuşmayan insanlar, iki kelimeyi bir araya getirmeye bile mecali kalmayan hayat yorgunu…
Sadece bakışlarıyla, göz ucuyla, mimikleriyle anlaşmaya çalışan, kendi içinde yalnızlığa düşen…
Dipsiz bir kuyuya atılmış bir taşın gelmeyen sesine benzeyen yığınlar olmak ne kadar acı bir gerçek…
Gerçek diyorum ve olgu demiyorum.
Evet gerçek.
Hayatın gerçekliği…
Yanından bakıldığında baş döndüren, katları dahi sayılamayan koca koca gökdelenlerin içerisinde, sitelerin arasında, binaların içerisinde yaşayan ve yalnızlaşan kalabalıklar…
Bizleri ne kadar da tedirgin ediyordur. 
Kendi iç dünyasında yalnızlaşan insan, kalabalık yığınlar arasındaki yalnızlıkla karşılaşınca nasıl bir acı duyar. İki yalnızlığı birlikte taşıyacaktır. Kendi düşünce iklimindeki yalnızlığa alışan insan, kalabalık yığınların arasındaki yalnızlığı da bir elbise gibi üzerine giydiğinde taşıyabilecek midir onu? 
Yalnızlık korkutuyor insanı…