TOPRAĞI avuçlarının içerisine alıp ufalamak ve koklamak “canlılara hayat veriyor düşlemesiyle” tüm canlılar adına. 
Köşe başlarını tutan haramilerin arasından esaretin zincirlerini kırarak ilerlemek ufkun en mavisine doğru. Kül rengi bulutlara sermek umutların en çok yeşerenini, bir yağmur olup yağması için yerin en bereketli topraklarına… 
Gökkuşağından aldıkları renklerle ip yapan ve atlayan çocukları seyretmek bir kaldırım taşı üzerinde. Düşlerini yine aynı gökkuşağının renklerine bağlayan çocuklarla birlikte düş kurmak, kalbi ve ruhu canavarlaşmış insanlara karşılık olsun diye. 
Baharı yudumlarken toprak, suya doymasını bilmiştir elbet. Baharı beklemeli sevgili, yeniden yeşeren tomurcuklar gibi yeniden yeşersin diye düşlerimiz. Esaretin en koyusuna götür, ayakları prangalı, elleri kelepçeli, gözlerine mil çekilen esaret kölesi misali… Ya da düşlerinin arasına tutsak et beni, bütün gönül kapılarını ve kalp pencerelerini yüzüme kapat. 
Sevgili sahi en zoru hangisidir?
Gözlerine mil çekilen esaret kölesi mi? Yoksa, düş tutsaklığı mı?  
Kırgın ve bir o kadar da kızgın yüzünde güneşe bakmak. Hoyrat rüzgarlara kapılan yaprak gibi savrulmak gönül bahçelerinde. 
Yine aynı güneşe dokunmak gibi gözlerinde kaybolamamak…
Bir düş yanığı sesine, en çokta taze ekmek kokan nefesine tutunmak…
Gözlerin sevgili ve en çok uzun uzun cümlelerin düşer aklıma, tüm tümcelerimi bir pazar sabahı “taze simit” diye bağıran simitçinin avuçlarına bıraktım. Karşılığında en taze ve çıtır simidi bana verdi. Denizin güzelleri martılara attım, bir vapur sesinde…
Ve gülümsemek hayata ve sana…
Kaybolmak…
Esaret de sen buna…
Kurtulamamak…
Çırpınmak… 
Derin sularda boğulmak gibi…
Gökkuşağına tutunamamak…
İp atlayan çocukların, bir yağmur sonrası gökkuşağının yedi renginin altından geçtiğini hayal ettiğini hayal edememek… 
Ve esaret sevgili…
Düşler ülkesine yolculuk yapmak gibi seni düşlemek…
Sen de tutsak kalmak…
Amin Maalouf, köklerin ağacı özgürleştirmediğini bilakis yerin altına doğru çamurun içerisine çekerek kıvrılıp toprağa esir ettiğini anlatır. Ve sonra da “Özgür kalırsan ölürsün” der. 
Sende kök salan düşlerim var sevgili. Esaretin tohumları gözlerinde yeşermeye yüz tuttu. “Ben sende özgürleşirsem ölürüm.”  
Bir deryanın ortasına küçücük bir kayığın içerisinde kala kalmak öylece…
Ve elimdeki tek küreği de dalgalara yem olarak vermek…
Esaret sevgili, gözlerine esaret…
Düş yanığı sesinde bir baharın buğusunu çekmek içine…
Son kaçan trene hayıflanmak nedir bilir misin? Baş dönmesi, ellerinin yana düşmesi, acı bir gülümseme, çaresizce etrafa bakınma ve iç çekme.
“Ben şimdi ne halt yiyeceğim” demek. Hoyratça…
Esaret ve düş yanığı gözlerine yolculuğa çıkmak. 
Esir yanığı düşler ülkesinden kovulmak mı yoksa…
Ve bir ağacın kökleri gibi ağacı toprağa esir etmek. 
Ve ölmek sevgili…
Sende özgürleşmeden…