Avuçlarımızın içerisine bırakılan buğday taneleri gibi kulağımıza üç saatlik bir ömür fısıldansaydı nasıl bir ruh haline bürünürdük?
Yüz şeklimiz nasıl olurdu?
Birden suskunlaşırdık belki de. Hiçbir kelime etmez, etrafımıza boş bakışlar gönderirdik. Etrafımızda olup bitenlerden habersizmişiz gibi davranır, kendi içimize, kabuğumuza çekilirdir. Hiç çekilmediğimiz, bürünmediğimiz, o kalıba girmediğimiz yalnızlıklarımız olurdu.
Belki de başımızı ellerimizin arasına alır avazımızın çıktığı kadar bağırarak koşardık sağa sola. Bir caddenin orta yerinde insanların omuzlarına çarpa çarpa ilerler, önümüze çıkan eşyaları devire devire ilerler, gözümüzün kararması, kulağımızın işitmemesi, dimağımızın, zihnimizin, aklımızın sesine istemeden kulak tıkar, gözümüzün gördüğü hiçbir şeyi görmeden dolu dizgin giden bir at gibi belirlemediğimiz istikametimize koşardık hesapsızca.
Ya da kabullenirdik. Elleri, kolları, ayakları hatta dili bağlanan bir insan halini alırdık. Boyun büker, bakışlarımızı ayak uçlarımıza indirir, gözlerimizi yere doğru sarkıtır, hafif boyun büker el pençe divan  durur gibi, bir misafir bekler gibi beklerdik kulağımıza fısıldanan üç saatlik saman diliminin dolmasını.
Bir gün nasılsa öleceğiz düşüncesi beynimizde şimşek gibi beliriverir boyun bükerdik gelen fısıltıya.
Zihin belleklerimizden ardı ardına geçen cümlelerimiz olurdu. Kelimeler birbiri ardına sıralanır, bizim bile anlamadığımız belki de hayatımız boyunca hiç kurmadığımız cümlelerimiz olurdu.
Dudaklarımızdan anlamını bile bizin bilmediğimiz, idrak etmediğimiz, ne manaya geldiğini bilsek bile gayri ihtiyari dökülen kelimeler olurdu dudaklarımızdan.
En kuytu köşelerde sakladığımız, hiç kimselere göstermediğimiz, kimsenin bilmesini, duymasını, görmesini istemediğimiz, bilmeleri halinde hayatımızın, kalbimizin avuçlarımızın içerisine düşeceğini bildiğimiz yaşanmışlıklarımız düşüverirdi kirpiklerimizin ucuna.
Kulağımıza fısıldanan üç saatlik bir zaman dilimi bizleri nasılda şaşkına çevirirdi.
Karşımıza çıkan kim olursa olsun, en yakınımızı bile hatırlatmazdı bize. Bir boşluğa bakar gibi bakardık karşımızda gözlerimizin içerisine bakan kişinin gözlerinin içerisine. Biz boşluğa bakardık ancak o kendi gözlerine baktığımızı zannederdi. Kulağa fısıldanan üç saatlik zaman dilimi boşluklar bırakır insanın gözlerinde ve dimağında.
Fısıldanan üç saatlik yaşam çizgisi bir apartmanının boşluğundan düşer gibi düşürüverirdi bizi yaşamın kıyısına.
Kulağımıza fısıldanan üç saatlik zaman bizlere kim bilir neler yaptırırdı. Neler yaptırmazdı.
En çok istediğimiz, yapmayı hayatımız boyunca arzuladığımız, hep hayalini kurduğumuz düşünce, istek ve arzularımız neler olurdu?
Kulağımıza fısıldanan üç saatlik bir zaman diliminde hangi gitmek isteyip de gidemediğimiz yere giderdik?
Hiç gezmediğimiz yerleri zihinlerimizde tahayyül eder, oralarda gezinir, aklımızı, düşüncemizi hatta hayal gözlerimizi oralara gönderirdik.
Bilmediğimiz iklimlerde, bilmediğimiz zaman dilimlerinde tanımadığımız yer ve mekanlarda nasılda dolaşırdık düş gözümüzle alabildiğine ve doyumsuzca.
Hayatımız boyunca hiç tatmadığımız korkular ve ürpertilerle karşılaşırdık. Yollarımızın hiç kesişmediği, yaşamımız boyunca hiç karşılaşmadığımız, gözlerimizin ve kalbimizin dokunmadığı duygu ve düşünceler çıkardı karşımıza. Sıra sıra dizilen bardaklara doldurulan sular gibi düşünce belleklerimize, duygu hazinemize tarif dahi edemediğimiz, birbirinden ilginç duygu ve hisler sıralanır ve biz sırasıyla her birisinin içerisine girerek o duyguya kendimizden bir şeyler bırakırdık.
Altı delik bir su kabını doldurmaya çalışan, kaba dökülen suyun alttan akıp gitmesini gördüğü halde dolduracağından emin olan tuhaf bir insan gibi olurduk kim bilir.
Size üç saatlik bir zaman dilimi biçilseydi en çok neyi yapmak isterdiniz?
Ya da neyi yapamazdınız?
Eşine aşık birisi eve mi kapanırdı?
Son üç saati aşık olduğu, kalbinde ve aklında hep taşıdığı, yanından ayrılınca özlemini hissettiği sevdiceğinin yanında, dizlerinin dibinde, gözlerini kaybolduğu bakışlarının içerisinde geçirmek, sona böyle gitmek isterdi.
Bütün belleğiyle, duygu ve düşünceleriyle, hisleriyle, şehvet ve hazza düşkün birisinin o üç saati delice sevişeceği birisini aramakla mı geçirirdi?
Köpeğini, kafesteki kuşunu, kanaryasını, çatısındaki güvercinini, tarla kuşlarını, hep aynı ağacın dibinde çalıların arasında sürekli karşılaşıp sevdiği küçük tavşanı düşler onlarla vakit geçirmek isterdiniz belki de.
Son üç saat size avuçlarınıza buğday taneleri bırakılır gibi gözlerinizin içerisinde bırakılsaydı nasıl bir zaman diliminde, nasıl bir mekan da olmayı isterdiniz?
En çok neyi hayal ederdiniz?
Hayalinizin içerisinde bir sevgilinin saçlarına tutunmak, dolanmak ve beyaz gerdanında yok olmak olur muydu?
Ürperten sabah ayazını yaşamak gibi olmamalı. Baharı düşleyen küçük sarı saçlı bir kız çocuğunun seyrek dişlerinin arasından güneşe gülümsemek olmalı hayatın tümü.
Bitmek bilmeyen zaman örgüsünün içerisinde sıcağın bayıltıcı bir anında küçücük bir bulutun tepemizde durması ve sadece beş saniyeliğine serinletmesinin içimizde bıraktığı ferahlık gibi olmalı yaşadığımız tüm zorluklar.
Bir sandala koyup denizin engin sularına bırakıp ardımıza bile bakmadan terk etmek tüm sahili.
Gecenin koynunda avuttuğu yıldız kümelerinin saçtığı ışığın altında ay dedenin en dolunay olduğu zamanlarda kondurmak sevgilinin ateşli dudaklarına yanık bir buseyi. 
Ben en çok sana şarkılar mırıldanırdım sevgili.
Kulağıma fısıldanan üç saatlik zaman dilinde, senin kulağına kimselere söylemediğim şarkılar mırıldanırdım.
Adını şarkıların arasına katarak şarkılar fısıldar billur sesine ve ay dedeye benzettiğim güzelliğine, yanağının hemen kenarında oluşan gamzeye, sol yanağındaki bene yazılar yazardım.
Geceleri bitirmezdim sevgili. Öyle göz açıp kapayıncaya kadar, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, birde bakmışım zaman su gibi akıp geçmiş sözlerine inanmazdım. Zihnimden atardım o sözcükleri.
Kahvenin ilk ve son yudumu kıvamındaki teninde sabaha özlem duyardım.
Ama yine de geceyi bitirmezdim.
Ve sevgili kulağa fısıldanan üç saatlik zaman diliminde ben en çok senin gözlerine şarkılar mırıldanırdım.
Kimselere söylemediğim şarkılar.