Öğlen saatleri henüz yeni geçmiş, ikindi serinliği de gökyüzünde gezinen bulutların gölgesiyle yorgan gibi her tarafı kapatmıştı.
Ahmet Öğretmen, babasının arabasıyla tam gaz Karga Köyü’ne doğru yol alıyor, bir taraftan da gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ve dudaklarını ıslatarak;
-İnşallah “Has, has Efendi”nin durumu ağır değildir. 
Onu görmem lazım, sesini duyup babamsa,
“Oğlum” demesi lazım... Allah’ım, en azından o cümleyi benden esirgeme... diye mırıldanıyordu.
Komşular etrafına toplanmış ve sessizlik kulakları çınlatıyordu.
“Has, has Sarı”, tek eliyle tuttuğu değneğini elinden bırakarak, dudaklarından süzülen dualarla dünyaya veda etti.
Köylüler ağıt yaktı ağladılar. Vefasızlıklar hatırlandı, ana-baba kıymetini bilemeyenler geçmişini hatırladı ağladılar.
Bulutlardan süzülerek gelen yağmur tanecikleri yanlarında birer de melek getirerek her tarafı ıslatıyorlardı.
Küçük Mustafa, köyün çıkışında Ahmet Öğretmenini yağmur altında bekledi, bekledi.
-Hayırlısıyla gel artık... diye söylendi.
Yağmur, hızını keserek yavaşlamış, sarı renkli güneş ışınları her tarafı aydınlatmıştı. Ahmet Öğretmen, arabasıyla köyün yokuşunu aştı.
Mustafa:
-Evet!.. evet!.. o, dedi.
Öğretmen:
-Gel vefalı dostum, dedi.
Arabadan inerek kucakladı.
-Sen sırılsıklam ıslanmışsın.
Mustafa her zamanki gibi yine konuşmuyor, sanki sorular bekliyordu.
Öğretmen:
“Has, has Efendi” hastalanmış, beni istetmiş, durumu nasıl?
Mustafa, ıslak kafasını öğretmenine doğru çevirip, gözyaşını yağmurlara karıştırarak ağlamaklı bir ses tonuyla;
-O!... senin baban. O!.. yok artık. Sen de benim gibi öksüz kaldın... diyerek ellerini yüzüne kapattı, hıçkırıklarına engel olamadı.
Öğretmen, nutku tutulmuş, daha fazla konuşamıyordu. Bu tutukluk hali fazla sürmedi.
Köye “Has, has Efendi”nin evine gelip, herkesin garip bakışları arasında;
-Babam!.. dedi, “Has, has Sarı’nın cansız bedenine sarılana kadar.
Karga Köyün’de gözyaşları sel olmuş akıyordu.
Bir de hayatın gerçekleri vardı.
O gerçeklere sarılarak cenazeyi kaldırdılar. Yapılması gereken ne ise, eksiksiz yapıyorlardı.
Muhtar, Ahmet Öğretmeni evine misafir etti.
-Öğretmen bey, senin acın bizim acımız.
Biz de çok üzülüyoruz ama dünya bir tiyatro gibi, sahneye çıkıp sana biçilen rolleri oynuyorsun. 
Sana bu rolleri veren ve aynı zamanda seni de seyreden O!.. O, seyircin. Notunu da veriyor, sabırlı ol oğlum.
Sen bizim oğlumuz sayılırsın. Olanlar bizi de üzüyor, tek tesellimiz köyümüzden canımızdan bir öğretmen çıkması.
Sana emeğimiz geçmedi ama gel, bu sevgimize sevginle karşılık ver, kucaklaşalım... diyerek bir sevgi yumağı oluşturdular.
Muhtar, daha önce “Has, has Sarı”dan aldığı emaneti… öğretmen beye uzatarak;
-Bu paketi baban ilk hastalandığında verdi.
“Ben ölürsem oğlum Ahmet’e ver” demişti, diyerek elindeki emaneti emanetçisine verdi.
-Seni yalnız bırakayım, diyerek açık olan kapıdan dışarıya süzüldü.
Ahmet Öğretmen, endişeli bakışlarla paketi açtı. Ağlamamak için kendini bir mengene gibi sıkıyordu. Öğretmen için bu çok önemliydi.
-İçinde neler var acep? diye mırıldandı.
Küçük bir fotoğraf, eski el örgüsü küçük bir hırka. Hırkayı kokladı ağladı.
-Anam ellerine sağlık, çok güzel örmüşsün. Kokunuz bana huzur verdi...
Fotoğrafı eline aldı.
-Bunun bir eşi de bende var, diyerek Rabb’ine şükürlerini çoğaltıp, gökyüzüne beyaz güvercinlerle uçurdu.
Öğretmen, babası “Has, has Efendi” için Mevlitler okuttu. Öksüzleri, yetimleri, mazlumları aradı buldu, onları sevindirdi.
-Ben “Has, has Efendi”nin oğluyum. O da böyle yapardı, diyerek kurtlara, kuşlara sevgisiyle harmanladığı yiyecekleri dağıttı.
-Benim gitmem lazım, dedi.
Köyde çoluğundan çocuğuna yaşlısına, gencine herkesle vedalaşıp;
-Ben Ankara’dayım, her ne şekilde başkente yolunuz düşerse bana uğrayın. Gözünüzde akan yaş olur, ayağınızda toz olur yardımınıza koşarım, diyerek gözlerden süzülen sevgi yaş tanecikleriyle oradan ayrıldı.
Sevgi neydi? Dağ mıydı? Coşkun akan sel miydi? Yok! yok!... Kurtların yavrusuna uluması mıydı? Yok! yok!... Senelerce uykusuz, aç, susuz kalıp her şeyiyle fedakarlık yaparak okuyan güller...
-Tamam oldu, başaklar taneye döndü derken;
Korkak sesler:
-Hayır!!!...
-Senin başında kelebek var!.. Sen bizden değilsin!. diyerek taze açmış gülleri soldurmak mıydı?... Sevgi...
-Hayır!!!... hayır!!!...
-Sevgi, sevgiliden öğrenilir. Alınmak gerekirse ondan alınır diye...
Ahmet Öğretmen, sevgilisinden aldığı sevgiyle bindiği arabaya gaz vererek Ankara’ya yol alıyor, bir taraftan da;
-Artık benim de babam, anam belli, diyerek çocuklar gibi üzüntü ve sevinç naralarını karıştırıyordu.
Selam ve dua’larımla.