Uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir konu ev olmak, eve ait olmak. Kendimize yeni bir hayat kurmaya çalıştığımız şu günlerde tuttuğumuz eve bakarken yazıyorum bunları.
Bomboş bir evden nasıl yuva yapılır? O evde nasıl biz olunur?
“ Herkes evine dönmek ister.” İnsanın evi neresidir? Eşya ve insanla dolu her “ ev “ ev olur mu? Değerli hissetmediğin, anlamadığın, anlaşılmadığın, dinlenmediğin yer ev olur mu? İnsan sevildiği, iyileştiği yerde kendini bulur. Kendini böyle rahatça ve güvenle bulduğu yer insanın evidir. Orayı paylaştığı kişi veya kişiler de evin temelidir. İlişkilerin sağlam olmadığı, değerin görülmediği evlerde temel sarsılır ve bulunduğumuz yer sadece bir yapı olarak kalır. Yığınlarca eşyayla dolu bir yapı...
Ev sevgiyle, iyileşmeyle, sarıp sarmalamayla “ yuva “ olursa herkes gün sonunda evine dönmek ister. Çünkü orada bulur yarasını iyi eden merhemi, orada dinlenir güvenle. En çok oraya birikir anlatacakları. Çay orada kaynar, çorba orada pişer. Temiz çarşaflar, sıcak içilen kahveler, bir beş dakika daha kestirmeler oradadır. Her şeyin en güzeli evde yapılandır. Sevgi, saygı ve umutla kurulan ev ( yuva ) sarsılsa bile yıkılmaz. Yıkılsa bile evin temelleri olan kişiler o evi yeniden yapmasını bilir. Bu böyledir. Çünkü hep beraberken bir kere duyulmuştur oranın sıcaklığı. Yeniden başlar inşaat.
Evi olan üşüse de gecenin sonunda ısınacağını bilir. Onu bekleyen bir yorganı vardır mutlaka, içinde küçücük kalabileceği. Önceki akşamdan kalmış, peteğin üzerinde bırakılmıştır meyve tabağı. Sabah toplarım deyip muhakkak uykuya teslim olunmuştur. Televizyon kumandası kim bilir hangi yastığın arkasında kalmıştır. Bulaşık makinesi henüz sıcacıktır, boşaltılmayı bekler. Şiddetli rüzgâr balkondaki küllüğü düşürmüştür. Bir, iki olur. Yok, var olur. Her çıkmazın sonu hallederiz cümlesiyle biter. Ve biliyor musunuz her şey halledilir. İşte burası evdir.
Az çok… O çorba kaynamıştır bir kere.