Hayatınızda hiç mektup yazdınız mı ya da sizin için içtenlikle yazılmış bir mektup aldınız mı?
Mektup, bugünlerde yalnızca nostaljik bir çağrışım yaratıyor olsa da geçmişte oldukça kıymetli bir duygu ifade ve iletişim aracı olmuş. Ben çocukluk çağında mektuplaşma dönemine rastlamış hatta o zamanlar birkaç mektup yazmış şanslı nesildenim. O zamanlar mektup, internet, telefon, mesaj, e-posta gibi teknolojik yeniliklere henüz yenik düşmemişti. Fakat pek çoğunuz gibi ben de yetişkinlik yaşlarımda ülkeyle beraber yeni iletişim araçlarıyla tanışmış, duygularını artık mesaj, e-mail yoluyla ifade eder olmuştum. Şimdilerde ise mektup yazma fikri bile aklımdan geçmezdi. Ta ki geçtiğimiz aylarda yazar bir arkadaşımın vesilesiyle Türk Edebiyatı için önemli ünlü şair ve yazarların kendi aralarında yazdıkları birkaç mektubun orijinalini okuma fırsatım oldu. Bu mektupları görebilmek, onlara dokunabilmek ve onları okuyabilmek mektuplaşmanın ruhunu daha derinden anlamamı ve üzerine düşünmemi sağladı.
 Siz “Ağzınla söyleyemeyeceğin bir şeyi, kaleme dayanıp yazmak neye yarar?” diye düşünüyor olabilirsiniz tıpkı Gazap Üzümleri’ nde John Steinbeck’ in yazdığı gibi. Ben mektup yazmanın içtenliğine ve kıymetli bir ruhu olduğuna çok inanıyorum. 
İnsancıklar Kitabında “Mektup yazmak çok iyi bir şey kuşkusuz… insan sıkılmadan dökebiliyor içini.” diyen Dostoyevski’ ye katılıyorum.
Sapiens Kitabında Yuval Noah Harari mektuptan “Klasik posta çağında insanlar yalnızca gerçekten söyleyecekleri önemli bir şey olduğunda mektup yazarlardı. Akıllarına gelen ilk şeyi yazmak yerine ne söylemek istediklerini ve bunu nasıl aktaracaklarını önceden dikkatli bir şekilde düşünürlerdi. Bunun sonucunda da aynı şekilde düşünülmüş bir cevap almayı beklerlerdi. Zaten çoğu insan ayda birkaç mektuptan fazlasını yazmıyordu ve gelen mektuplara da hemen cevap vermek gibi bir zorunluluk duyulmuyordu. Bense bir gün içinde düzinelerce e-posta alıyorum ve bunların hepsini hızlıca cevaplandırmam gerekiyor. Bu icatları yaparken zaman kazana­cağımızı düşünüyorduk, ancak aslında günlerimizi daha endişeli ve kaygılı geçirmemize sebep olacak şekilde hayatın hızını normalin on katına çıkartmış olduk.” bu şekilde söz ediyor, mektubun özenli ve kıymet veren halini bize çok iyi anlatıyor.
Mektuplaşmanın ruhunu anlamak için Hüseyin Nihal Atsız’ ın Geri Gelen Mektup Şiirinin hikayesini de bir araştırmanızı öneririm. Bu hikâye mektubun nasıl derin duygular taşıyabileceğini ve nasıl da naif, sabır isteyen, saygılı bir ruh taşıdığını gösteriyor. 
Yazımı sonlandırırken Ali Ural’ın kaleme aldığı Posta Kutusundaki Mızıka Kitabından bir mektupla baş başa bırakıyorum sizleri.
“Sevgili dost,
Mektubun tarihine girip talihini unuttuk. En son ne zaman mektup yazdığımızı, en son ne zaman mektup aldığımızı hatırlayabilirsek, belki mektubun talihini değil ama talihsizliğini hatırlayacağız.
İnsanlar birbirine mektup yazmalı. Çünkü mektupta sesin tonu belli olmaz. Çünkü mektup düşünülerek yazılır. Birdenbire ağzımızdan çıkan kelimeleri hiçbir şey geri getiremez. Söylediklerimizin üstü çizilemez. Çünkü söylediklerimiz dinlenmeyebilir, sözümüz kesilir, içeriye o anda biri girer, okunan mektupsa mutlaka tamamlanır.”