Kimilerine göre hız, bilgi, teknoloji kimilerine göre ise tüketim çağındayız. Her şey çok hızlı bir şekilde değişiyor. Pandemi, deprem, yangınlar, seller, okonomik krizler, savaşlar... Bunlarla birlikte milyon dolarların zikredildiği sosyal medya fenomenleri, futbolcular...
Herkesin streste, depresyonda olduğu, huzursuz hissettiğimiz, kötülüklerin, suçların arttığı hatta normalleştiği, kimliğimizi yitirdiğimiz; kim olduğumuz, nereden gelip nereye gittiğimizi sorgulamadığımız, dünyevileşmeye, maddenin kölesi olmaya meylettiğimiz, acımasız, merhametsiz, umursamaz bir hal aldığımız, insan hayatının sağlığının tehlikeye girdiği, değerlerimizi kaybettiğimizin, özümüzü unuttuğumuzun, değişirken gelişmek yerine bozulduğumuzun farkında mıyız?
Maalesef saydığımız bunca olumsuzluğun temelinde inançsızlık veya maneviyat eksikliği yatmaktadır. Tarih boyunca sosyal bir olgu olarak din ve onun etrafında şekillenen inançlar, insan yaşamının vazgeçilmezleri arasında yer almış ve her zaman canlılığını korumuştur.    
Dinin birey hayatında önemli bir yeri bulunmaktadır. Dinî inanç ve ritüellerin birey ve toplumu canlı tuttuğu, Allah ile olan ilişkilere devamlılık sağladığı inkar edilemez. Bir yaşam tarzı olarak İslâm da bireyin duygu, düşünce ve davranışlarına yön vermektedir. Bir yaratıcıya bağlı olarak yaşam sürmenin insan için gerekliliği ve inanmış bireylerin sıklıkla başvurdukları dua, tövbe ve namaz gibi dinî ritüellerin psikolojik değeri yadsınamaz. Din insanların bir taraftan dünyevî diğer taraftan da ruhsal yaşamlarına ilişkin kurallar koyarak onların huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasını temine çalışır.
İnanma bir ihtiyaçtır. İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir varlıktır. Yeme, içme nefes alıp verme gibi olaylar bedenle; inanmak, sevinmek ve mutlu olmak gibi olaylar da ruhla ilişkilendirilmiştir. İnsanı diğer yaratıklardan ayıran başlıca özelliği bir ruha sahip olmasıdır. İnsanın ruh yapısının en belirgin özelliği de bir varlığa inanmaktır. Yeryüzünde günümüze kadar inanma ihtiyacı duymamış bir topluluk yoktur.
İman, insanın hayatına anlam katar ve imanın üstünde hiçbir değer yoktur. İnanan kişi, bu dünyada yalnız olmadığını bilir, onu duyan, gören, ona şah damarından daha yakın olan ve zor durumda kaldığında yardım eden bir varlığın olduğunu hissetmektedir. Bu his öylesine güçlüdür ki, inanan insanın ruhî darlığa düşmesine engel olur.
Çağımızın en sık rastlanan, hatta en önde gelen hastalıklarından olan depresyon, çok defa içine kapalı, duygusal insanlarda ve dünya hayatına hiç bitmeyecekmiş gibi bağlı olanlarda, yaradılış amaçlarını tam olarak kavrayamayanlar da görülür. Bu ruhsal bozukluğun temelinde, manevî boşluk, teslimiyetsiz ve tevekkülsüz bir hayat anlayışı olduğu söylenebilir. Müslüman bir birey, Allah'a olan inancından kaynaklanan bir teslimiyet içinde olduğunda, aklen ve ruhen son derece sağlıklı ve dengeli olur. En olumsuz koşullarda bile yine bu teslimiyetçi ruh haliyle bütün bunların Allah'tan geldiğini ve kendisinin sınandığını bilir. Hiçbir zaman ümitsizliğe ve kaygıya kapılmaz. Müslüman zihninde önemli olan sonsuz ahiret mükâfatını kazanmaktır. Müslüman birey tek bir yaratıcıya olan inancından dolayı, olumsuzluklardan etkilenmez ve kendini yetersiz hissetmez. İnancından kaynaklanan bu ruhsal dinginlik onun fiziksel sağlığına da etki eder. İnsanının yapması gereken şey, daha fazla kayıplar yaşamadan fıtratına (yaratılışına) uygun olarak dine dönmesi ve ona uygun yaşamasıdır.
İman, insanın zorluklara ve güçlüklere karşı dayanıklı olmasını sağlar; insana çalışma, yaşama ve başarma gücü verir. İnsan, hayata inançla başlar ve onunla değer kazanır. İnancı olan kişi, bu inancının gereği olarak kendisine ve birlikte yaşadığı insanlara faydalı olur. İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini inancı sayesinde ayırt edebilir.
İnsan, yaşamı boyunca pek çok engelle karşı karşıya kalmaktadır. İnsanın bu engeller karşısında yaşadığı çaresizlik duygusu, onu üstün bir varlığa inanmaya yöneltmektedir. Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Denizde bir tehlikeyle karşılaştığınız zaman, O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.”
Bir yaratıcıya inanmayı sadece zor zamanların bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek her zaman doğru değildir. “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir…”12 ayetinde de belirtildiği gibi insan, yaratılışı gereği inanma eğilimindedir.
Kişisel gelişim uzmanları psikolojik olarak iyi olmanın ölçütünü sevgi, saygı ve sorumluluk şeklinde dile getirmektedir. Buna birlikte din psikolojisi iyi olmanın ölçütü de teslimiyet, teşekkür ve tezekkürdür. Bu kavramlar, inanmış bir bireyin özellikleri olup Rabb’i ile ilişkilerinde kendini gösterir. Bir yaratıcıya inanma ya da bir dine bağlanmanın, ruhsal yararının yanında bedensel birtakım rahatsızlıkları da giderdiği belirtilmektedir. İnsanın Yüce Bir Güç’ün yardımına güvenmesi (iman) ruh sağlığını bozabilecek birtakım olumsuzluklar sonucunda ortaya çıkabilen stres, depresyon ve anlamsızlık hislerine karşı âdeta bir ilaç gibidir. Düzenli olarak ibadetlere katılanların, katılmayanlara oranla daha az depresyona girdikleri tespit edilmiştir. İnanma ve bir dine bağlanma duygusu sağlıklı bir ruhsal yaşam için gereklidir.
İman, insanı, gereksinimlerinin gerçekleşmemesinin yaratacağı gerilimden kurtarmakta, ruhuna huzur vermektedir. İnsan Allah’a en temel gereksinimleri olan hava ve su kadar muhtaçtır. İnancını ortadan kaldıran toplum, fiiliyatta çöküş ve fitneden korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Ruh sağlığı yerinde olan biri ne kendine ne de yaşadığı ortamdaki insanlara zarar verici bir eylemde bulunur. İnanç sayesinde kişi Allah’a yakınlaşmış, kötü eylem ve düşüncelerden kurtulmuş olur.
İnanmak kişiye kendisiyle ilgili hakikati bir bütün olarak keşfetmesini sağlar. Hırsını, bencilliğini günahlarını ve gururunu keşfeder. Sonuçta dinî ve ahlâkî vazifelerini yapmaya hazır hale gelir, alçak gönüllülüğü, olgunluğu kazanmaya çalışır. Devamlı dua eden kişilerde görev ve sorumluluk duygusu artar, kıskançlık ve kötülük eğilimleri azalır, başkaları hakkında hep hayır düşünür.
Ve inançlı insan bu dünyanın geçici bir heves, bir imtihan vesilesi olduğunu; asıl hayatın ahirette yaşanacağına inanır. Ölümün bir son değil başlangıç olduğunu bilir. Son nefeste imanlı olarak ruhunu teslim edeceğinde Rabbinin huzuruna affedilmiş temiz onurlu bir şekilde çıkmanın hayalini kurar. Dünya hayatını da buna göre şekillendirir. Müslüman tüm bunların farkında olan kimsedir. Rabbim hepimizi yolunda daim etsin. Kendine layık kul, Efendimize layık ümmet eylesin. Allah’a emanet olunuz.