Türk milleti, Anadolu’nun her yerini yurt tutmuş, adını da yörenin özelliklerine bakarak dillendirmişlerdir.
Anlatacağımız bu hikâye, şimdilerde Gülyayla Köyü “asıl adı ise “Dağ Boymul” köyünden Molla Mahmut’un ve Bölehasanoğullarının destanıdır.   
“Boymul” köyü adını yırtıcı bir kuş türü olan boynu siyah doğan’dan almaktadır.
Yine bir yaz günüydü, yıllık iznimi Yozgat’ta geçiriyordum. Arabama bindim; nereye gideceğimi, kimlerle karşılaşacağımı hiç düşünmeden Hapisane yoluna doğru ilerledim.
Daha önce derlediğim hikayelere yenisini eklemek düşüncesiyle, o yol üzerinde bulunan Tayip, Evci, Baltasarılar, Bişek köylerine uğradım.
Bişek köyünden iki gazinin hikayesini dinledim. Vakit ikindi olmuştu, Köylülere; “Bundan sonraki köy hangisi?” diye sorduğumda, “Boymul köyü var, Çorum il sınırındadır.” dediler. Epece yol kat etmiştim ama gelmişken Boymul’a da uğramadan olmazdı.
Köye girdiğimde ikindi ezanı okunmak üzereydi. Yaşlı bir adama köyün camisini sordum. O da; “Ben de camiye gidiyorum yeğenim.” dedi. Birlikte caminin önüne vardık. 
Cemaat toplanmış, hocanın ezan okumasını bekliyordu. Ben de abdestimi alarak camiye girdim. Namaz sonrası cami cemaati “hoş geldin” ederek hal hatır sordu. Hoş beşten sonra lafı asıl konuya getirdim. Şehit ve gaziler hakkında araştırmalar yaptığımı, bu köyde de benzer hikâyeler varsa dinlemek üzere geldiğimi söyledim.
Sözüm biter bitmez ihtiyar bir amca; “Olmaz mı oğul, olmaz mı? Bizim köyümüzün bir sancağı var. Sen bu sancağı bir gör ondan sonrasına Allah kerim.” dedi.
Sancak deyince tüylerim diken diken olmuştu. Görmek için sabırsızlanıyordum.
Hoca Efendi, caminin avlusundaki odaya girdi, elinde muhteşem bir sancakla geldi. Ecdadımızı selamlarcasına sancağı açtı, bir sancaktar edasıyla durdu.
Cami cemaatinden kimseler gitmemişti. Elindeki bastona iki eliyle yüklenen ihtiyar köylü; “Şu köydeki herkes şehit torunudur. Buranın adı Dağboymul ama dağ gibi on altı yiğidi seferberliğe göndermiş hiç biri dönmemiş.” deyince oradaki herkes rahmet damlaları döktü.
Sancağın hikâyesini herkes farklı bir şekilde anlatsada bu sancağı Molla Mahmut’un getirdiğinde hem fikirdi. 
Hoca Efendi hikâyenin aslını Molla Mahmut’un akrabalarından dinleyebileceğimizi söyleyince oradaki cemaatten ayrıldık. Efrail Hoca, hanımını arayıp yemek hazırlatmıştı. Allah ondan razı olsun yavan yaşık yedik. Vakit iyice daraldığından sancağın hikâyesini dinlemek için sabırsızlanıyordum. Molla Mahmut’un kardeşi, Âdem’in torunu Ali İhsan efendinin evine gittik.
Ali İhsan efendi, elinden gelen hürmeti esirgemiyordu fakat bir türlü mevzu sancağa gelmiyordu. “Gün tepeye dayanmış, geri dönmem gerek.” diyerek “Şu sancağın hikayesi nedir, hele bi anlatın?” dedim. 
Ali İhsan Efendi şöyle hikaye etti:
Molla Mahmut küçük bir dağ köyünde dünyaya geldi.Babası, onu da diğer ağabeyleri gibi Köseyusuflu Medresesine kaydettirdi. Mahmut, buradaki eğitimini başarıyla tamamladıktan sonra İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da üç yıl süren tahsil hayatının ardından Yozgat, Boymul köyüne döndü.  Gelirken bir de sancak getirmiş, özenle işlettirdiği sancağı “İstanbul hatırası” olsun diye .ok sevdiği arkadaşı Bilal’e hediye etmişti. 
Daha köyüne döneli bir ay bile olmamıştı. Gelir gelmezde tarla, bağ, bahçe işlerinde çalışmaya başladı. Bahçelerde çalışan köylüler, akşamüzeri herkesin evlerine döndükleri sırada köy girişinde üç süvari ile karşılaştılar. Askerler, köy muhtarıyla konuşurken Molla Mahmut’ta yanaşarak kulak kabarttı. Muhtar; “Bu neyin nesi kumandan, ne seferberliği, ne askeri?” diye sızlandı. Asker, kararlı bir sesle “Bu listede adları yazılı olan herkes yarın şubede olacaklar. Gelmeyenler kaçak sayılacak.” diyerek atına deh deyip yürüdü.
Muhtar söylenilenlerden hiçbir şey anlamamıştı. Molla Mahmut muhtarın elindeki kağıdı müsaade isteyerek aldı sessiz bir şekilde okudu. Tarladan köye dönen herkes orada kendiliğinden toplanmaya olanları merak etmeye başladı. 
Molla Mahmut, gelen emri köy halkına okudu. Peşinden de askere alınacak isimleri sıraladı. Köyün tamamına yakını zaten bir sülaleye mensup olduğundan Askere çağırılanlar sanki bir evin horantası gibiydi. Molla Mahmut, bu liste de adının olmayışına içerlemişti. Halbuki kendinden üç yaş küçükler bile çağırıyorlardı. 
Hava karardı herkes evlerine dağıldı. Böleoğlu Mehmet’in ağzını bıçak açmıyordu. Ağabeyleri Musa evli olmasına rağmen kendi derdine yanmıyor, kardeşleri Mahmut ile Adem’in adının olmayışını bir şans olarak görüyorlar, babalarına bu şekilde teselli vermeye çalışıyorlardı.
Mahmut; ağabeyinin bu sözüne içerlemiş olacak ki; “Yarın ben de şubeye geliyorum ben de askere gideceğim.” dedi. 
Kardeşler arasında kısa süren tartışmaya babaları Mehmet Efendi “susun!” diyerek müdahale etti. Mahmut’un şu sözleri herkesi derinden etkilemişti“Neden benim asker olmama karşı çıkıyorsunuz, köyde namazı kıldıracak mutlaka birileri bulunur, ama cephede savaşacak asker bulmayı kolaymı sanıyorsun, hem Şehadet mertebesi İmamlık makamından kat kat yücedir. Bende gideceğim vatan için vazifemi yapacağım diyerek konuyu kapattı.
O sabah liste de adları yazılı on beş kişi  köy meydanında tam tekmil hazırlanmış, elleri kınalanmış idi. Kadere bakın ki Molla Mahmut’un İstanbul’da arkadaşı Bilal için işlettirdiği Sancak ilk bu esnada kullanıldı. Fetih suresinden ayetler okuyan Mahmut, sonra da bir güzel dua etti. Vedalaşma sonrası gözlere çöken hüzün bulutları sağanağa dönüşmüş on beş kişilik listeye Molla Mahmut kendini de dahil ederek Çağşağın “Boymul köyünde bir mevkii” önünden Ankara istikametine doğru yola koyulmuşlardı. Musabeyli Askerlik Şubesine vardılar ve listeyi teslim ettiler. Kumandan listeye sonradan eklenen Mahmut’un adını fark edip; “Kim bu Mahmut?” diye sordu. Mahmut, hemen kumandanın yanına yaklaşarak “Benim!” dedi. Kumandan; “Bu listede senin adın yok neden geldin” diye sordu. Mahmut; Hiç tereddüt etmeksizin Vatan uğruna Şehit olmak için dedi. Mesleğini, eğitimini sordu. Mahmut’un gözlerindeki kararlılığı gördü. Allah senin gibi yiğitleri daim etsin diyerek askerliğini onayladı.
Dört oğlundan üçünü cepheye gönderen Mehmet Çavuşun durumu da diğer akrabalarından farklı değildi.
Ay geçti, yıl geçti, giden yiğitlerden hiçbir haber alınamadı. 1915 yazı geldiğinde köye de bir biri ardına Şehit künyeleri gelmeye başladı. Mehmet Çavuşun evli olan oğlu Molla Musa’nın Şehit künyesi geldi. 
Aradan sekiz yıl geçmiş, diğer iki oğlundan hiç haber alamamıştı. 1922 yılı tüm umutlarının bittiği bir yıl oldu. Oğlu Sait de Molla Musa da arzuladıkları Şahadete ermişler, Boymul köyünden cepheye giden on altı kişinin tamamı şehit olmuşlardı.
Aradan geçen doksan altı yıl sonra Yozgat’ın Dağ Boymul köyüne vardığımızda Molla Mahmut’un İstanbul’dan getirdiği bu sancağın kendilerini unutanlara bir kez daha hatırlatıyor “ŞEHİTLER ÖLMEZ”  diye haykırırcasına bu yiğitleri anmamıza vesile oluyordu. 
Dağboymul ya da, yeni adı ile “Gülyayla” köyünde Molla Mahmut’un deyimi ile Namaz kıldıracak her zaman birileri bulunmuş, onun sayesinde tüm Şehitlere rahmet okutmamıza vesile oluyordu. İşte o Şehitlerden sekizinin Genelkurmay arşivlerindeki Şahadet belgesi.
Kaynak; Boymul Köyü İmam Hatibi; Efrail Erdoğan, Ali İhsan Taş