Güneşin  öğle  sıcağı,  doğanın  üzerine  yün  yorganı kapatmış  gibi  bulutların  arasından  süzülerek  geliyor  ve insanların  nefes  almalarını  güçleştiriyordu.
Köylerden  insanlar  at  arabalarına  binerek,  atların  boynunda takılı  olan  zillerin de  çıkardığı  melodiler    eşliğinde birbirleriyle  yarış  edercesine  koşuşturuyorlardı.  Katır  gibi eşeklerine  binenler  ve  bazı  insanlar  da  yaya  olarak   nefesleri  kesen  kapalı  o  havaya  ve  yakıcı  sıcağa  aldırmadan  Yudan  Köyü’nün  harman  yerinde  yapılacak  Karga Köyü- Yudan arasındaki    futbol  maçına  koşuyorlardı.
 Yudan dan  eser  o  sıcak  rüzgar. 
Bostanlık  kokusu  köyüme  dolar. 
Cana can  katar  bahçeler  bağlar. 
Mevsimler  güzeldi  benim  köyümde. 
 Yudan  Köyü’nde  Hacı  Ali Osman’ın  oğlu  Bekir  de Yudan  Futbol  Takımında  yer  alıyor,  köylü  bu  maç  için  Bekir’den  çok şeyler…  bekliyordu.
  Bekir,  maçın  oynanacağı  sabah  erkenden  Sorgun Pazarı’na  alışveriş  için  at  arabasıyla  gitti  ve
 “işimi   erken bitirip  maça  yetişirim”  diyordu.
Kapalı  ve  sıkıcı  hava  sıcaklığıyla  birlikte  hafif çiseleyen   yağmur  taneleri  ile  ıslanan  yollar   ve  tarlalar  toprak  kokuyor,  “Kainatın  Sahibi”  esansının…  kokusuyla hatırlanıyordu.
  Bekir,  bir  taraftan  da   köye  dönüşünü  ve  maçı   düşünerek  elindeki  kamçıyla  atlara  vuruyor  ve  atları çatlatırcasına  dört  nala  koşturuyor.  Bu  arada  beklediği yağmur,  hızını  çoğaltarak  artırıyordu .
Pazardan  alışverişini  tamamlayarak  aynı  hızla  köye  dönüş    için  yolda  süzülerek.  Şahmuratlı  Köyü’nü  yağmurla  yarış  edercesine   geçerken, babası  Hacı  Ali  Osman’ı  gördü.  Babası,  yağan  yağmurda ıslanmış,  eliyle  işaret  ederek;
 -Dur  beni  de  al,  diyordu .
At  arabasıyla   dört   nala   giden  oğul  Bekir ,  babasıyla yaptıkları bir  münakaşa…  sebebiyle kırgındı.  Yol  kenarında ıslanarak  bekleyen  babasını  görmüyormuşçasına   atları  kamçılayarak  ve   karmaşık…  duygularla  Yudan  Köyü’ne  geldi.  
Maça  yetiştiği  için  mutluydu  ama…  babasına  yaptığı  o   yanlışını  da  anlamıştı.   Geri  dönüp  babasına  yardıma gitmeyi  düşündü,  olmadı.  Diğer  bir  taraftan  da  arkadaşları;
 -Hadi  maç  başlayacak...  diye  sıkıştırıyorlardı.
  Bekir,  hemen  kararını  vermeliydi. Elini  başına  koydu , bir  o yana,  bir  bu yana   oflayıp- puflayarak  gezindi.  Bir diğer  taraftan  da   yağmurun  öfkesi  dinmiş  ve sakinleşmişti:
 -Allah  ikimizi  de  affetsin,  diyerek sırtındaki  ıslanmış ceketini   çıkartıp,   pantolonunun  paçalarını  da  çorabın  içine koyarak,  maç  yapacakları  sahanın  içinde  bulunan arkadaşlarının  yanına  vararak  yerini aldı.
Etraf  köylerden de  gelen  kalabalık  insan  yığınlarının  bol tezahüratları  eşliğinde   gergin   ve  heyecan  dolu  geçen  bu maçta  Bekir’in  de  iki  golüyle Yudan   Köyü , Karga köyü’nü  üç- bir  yenerek  mağlup  ettiler.
Bekir,  arkadaşları  ile  galibiyetin  sevincini  yaşarken  bir taraftan  da  gözleriyle  babasını  arıyordu. Deli  Mehmet’in oğlu  Bekir’in  yanına  yavaşça  süzülerek;
-Hacı  Ali  Osman  Emmi’m  seni  köyün  içindeki  odaya çağırıyor,  hemen  gidecekmişsin,  dedi.  Kıvrak  bir  şekilde gözden  kayboldu.
Kulağındaki  uğultular  Bekir’in  beynini  kilitlemişti,  zor da  olsa  sadece  nefes  alabiliyordu . Kilitlenmiş  beyninde bir  boşluk  bularak  Eme’sinin  bir  öğüdünü  hatırladı.
 Eme’si:
- Bekir’im,  kuzum...  Başın  sıkışıp  zor  durumda  kalırsan  Allah’ı  an  ve  Peygamber  Efendimiz (sav)’e  bolca  Salavat hediye  eyle , derdi .
Rabbine  gönülden gülümsedi .  Salavatlarını  da  gökyüzüne  kanatlandırıp uçurarak,  babasının  daveti  için  köyün  içindeki  odaya  geldi.  Eliyle  kapıyı  hafifçe  tıklattı . Bekir’in  geldiğini  camdan gören  babası:
-İçeri  gel...  diyerek  davudi  sesiyle  çağırdı.
Bekir  çok  korkuyordu,  tedirgindi  çünkü  babasına  karşı yapacağı  her  hareket  ve  tavrıyla  birlikte  söylediklerinin  de  yarın  ahiret  hayatında  ve  ilahi  mahkemede…  lehine  ve aleyhine  delil  olacağını  biliyordu. 
Bu  duygularla  içeriye  bir  keklik  gibi   süzüldü.   Kemiksiz bir  ete  bürünmüş  bir  şekilde  ellerini  önünde  kilitleyerek,  döşüne  yemek  dökmüş  bir  çocuk  gibi  duruyordu. 
Babası  Hacı  Ali  Osman’ağa…  unvanı olan ağa’lığına yakışır  bir  şekilde  ellerini ardına  koymuş,  ayakta  oğlunun  önünden  bir  o yana  bir bu yana  oflayıp- puflayarak  cezaevlerinde  olta  atan mahkumları  andırır  bir  şekilde  geziniyor  ve  oğlunun  eğik başından  dolayı   göremediği  o  gözlerine  bakmaya çalışarak söze girişiyordu:
 
 -Beni  iyi  dinle   oğlum... Senin  yaşlarında  iken  nasıl  bir  tesadüf  bilemiyorum ama  ben de babamı  senin  yaptığın  gibi,   aynı  yerde  ve  yağmurlu bir günde  yolda  bırakmıştım.  Evlat,  ben  hatamı… yıllar  sonra  yani  bugün  anladım.  Umarım  sen  benim  kadar  gecikmezsin , dedi ve  gergin  olan  o  ortama  noktayı  koydu.
Bekir,  eğik  başını  yavaşça  kaldırıp  gözlerinden  süzülen pişmanlık yaşlarını  eliyle  sildi  ve  babasının  ellerine  sarılarak  öptü. 
Boğazına  düğümlenen  o  hıçkırıklarının  da  odanın  içine yayılmasına  engel  olamadı.
Babası:
 -Yeter  ağlama,  beni  de  ağlatacaksın,  dedi.   
Duygu yüklü  ortamın  havasını  değiştirmek  için   ekledi:
  -Top  gavur icadıdır,  başımıza  daş  yağacah  diyodum  ama... Sen de  iki  “gol” mu  neymiş   atmışsın...  diyerek   oğlunu  ve  kendini  rahatlatmaya  çalışıyordu.
 Ramazan Bayramınızı tebrik eder,tüm İnsanlığa ve İslam alemine hayırlar getirmesini diliyorum.