GECE yarısıydı. Gökyüzü açık. Yıldızlar parıltılarıyla, ay ışığından kopya çekiyorlardı.
Harman yerinde herkes işlerini ertesi güne bırakarak istirahata çekildiler.
Samet te gün boyu atlarla düven sürdüğü ekin saplarını aktararak. Oda tarladan getirilen ekin yığınlarının duldasında bulunan.
Yün yatağının üzerine uzanarak, istirahat ediyor, bir taraftan da gecenin karanlığında gök yüzüne bakarak, yıldızları tane tane sayıyor.
Ay ışığını ve kayarak giden yıldızları da, gözden kaçırmıyordu.
Çekirgeler de sanki düğün gecelerinin kınasını yakıyorlar gibi. Cırıltılarıyla çıkardıkları sesleri her taraftan duyuluyordu.
Evin damındaki. Tandırlığının uzun bacasında ötüp duran. Baykuşta dikkatini çekiyordu.
Gecenin yarısı olmasına ve çokta yorgunluğuna rağmen , hiç de uykusu yoktu.
Halbuki uyuyup istirahat ederek dinlenmesi gerekiyordu. Çünkü sabahları erkenden kalkıyor ve işlerinin başına geçiyor. Öylede olması gerekiyordu.
Çünkü. Yel eserken, harmanlarını savurmaları lazımdı.
Hafif hafif esen ılık rüzgar. Samet’in uykusunu getirirken. Birde yanında misafir getirdi:
-Selamünaleyküm. Samet gardaş. N orüyon? (Nasılsın) evler çok sıcak insanı bunaltıyor. Uyuyamadım, şöyle bir gezineyim, dedim. Seni yatağın üzerinde oturur görünce. Yanına geldim. Yoksa senin demi uykun kaçtı?... dedi.
Samet ayağı kalkarak ve kendini birazcık toplayarak. Saygıda kusur yapmamaya çalışıyordu:
-Ve aleykümselam. Halim gardaş iyi ettin de geldin... Sen evde sıcaktan bunaldın uyuyamadın. Bende burada serinlikten... Ne bileyim işte uyuyamadım gardaş. Gel şu yatağın üzerine otur, dedi.
Hafız:
-Yok yok sen zahmet etme, ben aha şuraya çöreklenirim (oturmak), diyerek.
Etrafında bulunan kötü bir çul aldı. Samet’in yanına yakın bir yere serip oturdu.
Samet ayakta idi. Oda oturmadan bağdan getirdikleri üzüm sepetindeki üzümlerden birazını seçerek aldı. Ekin yığınının duldasında duran tahta boduçtan (su kabı) biraz su döküp üzümleri yıkadı.
Halimin yanına yaklaşarak uyumak için yere serdiği yatağın beceğine oda oturdu. Elindeki üzümleri de. Halime ikram ederek.
Birlikte tane tane yediler. Kazına kazına Konuştular, dertleştiler. Kendilerince kız aradılar. “Armut kulplu Üzüm çöplü” dediler.
Sanki sabah işlerinin başına geçmeyeceklermiş gibi, uykuyu ve dinlenmeyi hesap etmediler.
Haliminde kalkıp eve gidesi yoktu.
Unutulmuş çul gibi çöreklenmiş duruyordu.
Çünkü çok zamandır. Pınarlar. Çiçekler, Kuşlar, Dağlar, Taşlar haricinde.
Hiç bir insanla derin derin bir sohbet etmemişti. Samet!... Halim’e özel bir soru sormak istedi. Kendi kendine karar verdi. Ve geri vazgeçti. Sonunda dayanamayıp pat diye sordu:
-Gardaş!… askerden izinli geldiğimde. Öğretmenin kızını yakından bende gördüm. Bacak kadar boyu var öyle aham, Şaham bir güzelliği de yok… bir çay kaynatmaktan bile acizmiş. Kusura bakma gardaş… Yav!… de hele onu ne diye Sevdin, Sevdalandın?... dedi.
Bir taraftan da. Yanı başındaki arkadaşı Halim’e bakarak içinden. “Keşke sormasam mıydım?... diye. İçten içe düşünüyordu.
Halimde arkadaşı Samet’i gece karanlığında yarım yamalak gördüğü arkadaşının gözlerine bakarak.
Çok yorgunmuş gibi, birde soluklandı. Hemen cevap vermedi. Çünkü… Söz konusu. Canandı!... Tutukluk yapan bir silah gibi tıkandı kaldı.
Oturduğu yerden ayağı kalktı.
Etrafında bir iki tur atarak daire çizdi.
Yüreğindeki Sevgi pınarı tekrar coştu.
Aktı aktı gözlerinden tane tane akan damlalarla. Sessiz sedasız bir göl yaptı.
Gök yüzündeki. Yıldızlar Ay dede, Baykuş, Çekirgeler iş birliği yapmış.
Halim’in Canan’a olan Sevgisinden dolayı. Akan yaşlara talip… olarak Halimden istediler…
Sıkı bir pazarlık yaptılar. Sonunda Halim yüreğindeki Hak!... Sevgisini ve Sevdasını başkalarına kaptırmamak için.
Göz yaşlarıyla Sevdasını her zaman ki gibi. Gene Gönül bağında ki Güller haymalığın da sakladı..
Ayakta daire çizerek, gezinmeyi bırakıp.
Daha önceki oturduğu yere tekrar çömeldi. Bir taraftan da arkadaşı. Samet’e cevap vermek için durgun bir ses tonuyla söylendi:
-Gardaş!… dedi.
Derin bir iç çekti ve konuşmasını sürdürdü:
-Kainat!!!… Sevgi!… üzerine kuruldu. Rabbime hamd olsun. O güzel Rabbimiz biz insanlar için gönlümüze, yüreğimize Sevgiyi. Önümüze de sayısız nimetleri cömertçe sunmuş… “Kullarım yararlansın” diye.
O cömertler cömerdi değil mi?…
Evet gardaş. Biz bu dünyaya sadece, yeyip içmek için gelmedik... Onun için.
Rabbim biz kullarına nimetlerini cömertçe sunarken, elbette bizlerden de istekleri!..var idi.
Bu isteklere cevap vermek için de, yaptığımız her işleri Sevgiyle Hak’ka teslimiyetle sabırla yapmalıyız.
Yoksa yaratılan diğer canlı varlıklardan ne farkımız kalır?..
Sevgisiz insan… Bir kuru ağaca benzer. Ne gölgesi olur, nede de dalı.
Biz insanların yaşantısı.
Lokantayla, tuvalet arasında geçmemeli!...
Rabbine yakın olmak için. Sevmeli… Sevdalanmalı…
Bu bir Çiçek, bir Gül yada. Bir hanım ve yağı da bir delikanlıyı.
Sevip sevdalanmalı. Tertemiz bir Gönül aşkıyla. Yanıp kavrulmalısın.
Yeter ki bu Sevgin Yaratan’ın için olsun sevdan ona… yakınlaştırsın...
Burada benim Sevgimdeki muradım!... Rabbimedir… Ben Onun… İçin Sevdim!… O!.. insanın kaşı gözü değil.
Seninde bakıp gördüğün o kısa boyu da değil.
Çoğu insanların bakıp da göremediği.
O engin Sevgisi Merhameti Samimiyeti…
Allah (cc) Kıyamet Gününde şöyle buyuruyor:
“Yalnız Benim rızam ve büyüklüğüm için bir birlerini sevenler nerede? Arşımın gölgesinde başka bir gölgenin bulunmadığı bu günde, Ben onları kendi gölgem -himayem- altına alırım.” (Müslim , Birr: 37 )
Selam ve dua’larımla.