Allah ile kul arasındaki ilişki konusunda Hz. Peygamber’e yöneltilen soruya Kur’an şu cevabı vermiştir: “Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” buyurmuştur. Bizlere şah damarımızdan daha yakın olduğunu bildiğimiz Rabbimiz sadece elimizi açıp söylediklerimizi değil; içimizden geçen, kelimelere dökemediğimiz, aklımızı gece gündüz meşgul eden her türlü duygu, düşünce, plan ve niyeti bilmektedir.
Dua “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelmekte olup insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O’na arz etmesidir. İnsanın Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması duadır. Dua, Allah ile kul arasında hem bir iletişim hem de zikir ve ibadettir. Duada daima Allah’ı yüceltme ve bu tâzimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur bir aradadır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.), “Dua, ibadetin özüdür.” buyurmuştur. Aynı sebeple en önemli ibadet olan namaz, dua (salât) kelimesiyle ifade edilmiştir. Diğer bir âyette de; “De ki; duanız (kulluğunuz) olmasa Rabbim size ne diye değer versin.” buyrulmak suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Duanın sadece Allah’a yöneltilmesi; Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmemesi Kur’ân’da ısrarla vurgulanmıştır. Dua rahmet hazinelerini açan bir anahtar, tükenmez bir güç kaynağı, insanı kulluğun en üst mertebelerine ulaştıran bir vesiledir.
Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve ta’zîm duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesidir. Başka bir deyişle kulun bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunmasıdır. Dua, kul ile sonsuz kudret sahibi olan Allah arasında bir köprü ve diyalogdur.
Bütün yaratıkların tabiatında Allah’a doğru bir yöneliş vardır. Birçok ayette canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ı andığı açıkça vurgulanmaktadır. Bu ayetlerin birinde şöyle denilmektedir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” Varlıklar arasında en mükemmeli olan insan, özü itibariyle yaratıcısına ulaşma, ona sığınma ve onu tanıma arayışı içinde yaratılmıştır. Bu sebeple insan, tarihinin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.
Dua, kulluk makamlarının en önemlisidir. Allah, kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine yönelmesini istemektedir: “Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir”
Dua bir ibadet olduğu için onun esas karşılığı ahirette verilecektir. Dünya hayatına yönelik talepleri karşılanmayan kişi, duam kabul edilmedi dememelidir. Bununla birlikte Allah, dua eden kulun dünya hayatı açısından kendisi için yararlı isteklerini de ilahî bir lutuf olarak vermektedir. Hz. Peygamber, dua edene isteğinin ya dünyada hemen verileceğini veya ahirete saklanacağını ya da istediği iyilik kadar kötülüğün giderileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur. “Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek sûretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş ya da acele etmemiş olsun.”
Dua, kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurur. Ahlaki arınma ve yücelmeye, duyarlı bir vicdan ve sağ duyunun gelişmesine yol açar. Hz. Peygamber, “Allah’ım! beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi kalbimi günahlardan arındır, hatalarımı kar ve dolu suyuyla temizle.” buyurarak duanın bu tesirini vurgulamıştır.
Duanın kaderle ilişkisi akla gelmektedir. Tabiat olayları, sünnetullah denilen ilâhî irade kanunlarına uygun olarak meydana gelmektedir. Doğada ortaya çıkan her olayın mutlaka bir sebebi vardır. İnsanın fiilleri de aynı şekilde bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan etmektedir. Ancak, sebebi ve o sebebe bağlı olarak ortaya çıkan sonucu yaratan Allah’tır. Dua takdirin bir parçasıdır. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua ile meydana gelecektir. Kulun iradesi, kendi kaderini ortaya koyma bakımından belirleyicidir. Allah, ezeli ilmiyle kulun yapacağı duayı bildiği için kaderini ona göre şekillendirmektedir. Dua, diğer sebepler gibi bir sebeptir. Dua sonucunda bir değişikliğin olmasını Allah dilemişse bu değişiklik, tabii sebep-sonuç ilişkisi içinde ortaya çıkacaktır.
Dua, kulluğun gereğidir, Allah’ın meydana geleceğini ezelde takdir ettiği şeyin gerçekleşmesini önlemesi, takdir etmediği şeyin meydana gelmesini sağlaması için yapılan bir amel değildir.
Dua, biri fiil ve hal ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayrılır. Fiil ve hal ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi, bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi, “Allah’ım! Üzerime düşen gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmektedir. Ya da bir meslek sahibi olmak, bir alanda görev almak isteyen kişinin gerekli başvuruları yapması, sınavlara girmesi veya eğitim alması gibi öncelikli şartları yerine getirmesi fiili duadır. Fiil ile yapılan dualar, ikram ve ihsanı bol anlamındaki Cenab-ı Hakkın “Cevad” ismine ve unvanına yönelik olduğundan, genellikle ret edilmezler.
Lisan ve kalp ile yapılan dua, kişinin taleplerini Allah’tan istemesi demektir. Surelerin, ayetlerin okunup zikir ve tespihlerin çekilerek el açıp namazla adakla sadaka vb. İbadetle birlikte dileğimizi Cenab-ı Hakka iletmemiz kavli duadır. Duamızın kabulü hem fiili hem de kavli olarak yapılması ile daha mümkün olacaktır.
Öldükten sonra da amel defterimizin açık olması ve hanemize sevap yazılabilmesi arkamızda bize dua eden bir nesil ya da insanlığa hizmet edecek güzel bir hayır bırakmamızla mümkündür. İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu, ölüler için yapılan duanın önemli olduğu, bağışlanan sevabın onlara yarar sağlayabileceği konusunda görüş birliği içindedirler. Ayet, hadis ışığında sahabeden itibaren Müslümanların konuyla ilgili uygulamaları, ölüler için dua, istiğfar ve bağışta bulunabileceğini açıkça göstermektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin”. Bu ayette Allah, kendilerinden önce gelip geçmiş, müminlerin bağışlanmasını isteyenleri övmektedir.
Peygamber Efendimiz ölü için cenaze namazı kılmış ve Müslümanlara da kılmalarını emretmiştir. Dinimizde farz-ı kifâye hükünde olan cenaze namazı, esas itibariyle ölü için yapılan dua ve istiğfardan ibarettir. Müslümanların ölen kimse hakkındaki dua ve şehadetinin Allah katında değeri olduğu ve ölünün bağışlanmasına vesile olabileceği unutulmamalıdır. Hz. Peygamber, cenaze defnettikten sonra kabri başında durur, kabir sualinin kolay geçmesi hususunda dua ederdi. Bu ayet ve hadisler, ölüler için yapılan dua ve istiğfarın önemini ortaya koymaktadır. Amellerin sevabının ölülere bağışlanması, özünde bir dua işlemidir. Bağışta bulunan kişi, bununla, ölüsünün Allah katındaki derecesinin yükselmesini, günahlarının affedilmesini talep etmektedir.
Sözlü duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, adap ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Arefe günleri, Ramazan ayı, Kadir gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesi, Cuma günleri, gece teheccüd vakitleri ve seher vakitleri dua için önemli zaman dilimleridir. Ezanla kamet arasında, namazların ardından yapılan dualar ile oruçlunun dilekleri geri çevrilmez. Kıbleye yönelip kolları kaldırarak dua etmeli, fısıltı ile yüksek ses arası bir kararda alçak sesle yakarışta bulunmalıyız. En güzel dualar Kur’an ve Peygamberimizin hadislerinde yer almaktadır. Öncelikle bu dualardan istifade edilmelidir.
Mümin duasında yakarış, huşû, ümit ve korku halinde olmalı, Yüce Allah’ın duaya karşılık vereceğine kesin olarak inanmalı, samimi olmalıdır. Duada ısrarlı olmak ve dileğini üç kez tekrarlamak uygun olur. Duaya Yüce Allah’ın adıyla başlanmalıdır. Öncesinde Alla’a hamd ve Efendimize salavatı şerife unutulmamalıdır. Duanın özü ve karşılık bulmasının temel şartı, tövbe olmalı ve üzerimizdeki kul haklarını ödemeliyiz. Duamızda bütün içtenliğimizle Allah’a yönelmeliyiz.
Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dinen haram ve yasak olan şeyleri istemek, haram konusunda, herhangi bir kötülükte Allah'ın yardım etmesini istemek duada haddi aşmaktır. Allah, haddi aşanları sevmez. İnsanın duaya ihtiyacı vardır. Dua eden Allah'ı Rab olarak tanımış, O'na kulluk etmiş, O'nu zikretmiş, O'nun lütfu keremine sığınmış, sevgisini kazanmış, sevap elde etmiş, rahatlamış ve kalben huzura ermiş olur. Rabbim dualarımızı kabul etsin, kendisine layık kul; Efendimize layık ümmet eylesin. 
Allah’a emanet olunuz.