En iyi günümüz bugünkü günümüz. Yaşadığımız şu an, şimdi. Hiçbir şeyi erteleyecek vaktimizin olmadığı o kadar net ki. En güzel kahveyi canımız istediği gibi içiyoruz. Güzel bir manzara görmeye niyetlendiğimizde daha da güzel oluyor. Sevdiklerimiz yanımızda, onları şu an öpmemiz kıymetli. Bir şarkı biz sesini açınca hareketleniyor.
Sadettin Ökten ve Kemal Sayar’ ın “ Dünyaya Geldim Gitmeye “ isimli muazzam bir kitapları var bilen bilir. Tam da kitaptaki gibi değil mi hayat da. Dünyaya gitmek için geliyoruz ve hiçbir anın telafisi yok. Pişman olunan bir anın sızısı ise ömrümüz bitene kadar bizimle kalıyor. Belki de daimi olan çok az şeyden biri bu sızılar. Açılmayan kapıların pişmanlığı, söylenen ve geri alınamayan sözlerin ağırlığı ve bugün yapamadığımız, ertelediğimiz her şey... Hepsi birer sızı olarak kalıyor bedenimizde, aklımızda, gönlümüzde.
Kıymet verip uzakta da olsa iyi olsun, yerinde olsun dediğimiz çok şey var. O dostumu sonra görürüm, bu kitabı sonra alırım, çok üşendim bu yemeği sonra yaparım… Zaman sonraları hiç ama hiç sevmiyor. Şimdiyi, şu anı kabul ediyor. Sonraya bırakılan her şeyin ömrü kısacık. Yaşayacak, tutunacak bir yer bulamayınca ölüp gidiyor. Ertelediklerimizin, zamanın birine bıraktıklarımızın vakti hiçbir zaman gelmiyor.
Olanı kurcalamak, orasını burasını çekiştirmek, zamanıyla oynamaya çalışmak onun çabuk bozulmasına sebep oluyor. Bize nasip olan şey olduğu gibi yapılmalı, o hâliyle kabul edilmeli bazen. Şarkının sesini biraz açmalı. Sesi kısılan şeyler bir gün sözsüz kalmaya mahkûm. Duygularımız, hâllerimiz, isteklerimiz arada bağırmalı, coşmalı, yaşamalı. Tıpkı şarkıdaki gibi “ Gelsin hayat bildiği gibi gelsin. İşimiz bu yaşamak. “