2 haftalık kısa bir aranın ardından yeniden buradayım, bu köşede. Sizin kendinizi bulacağınız, dinleneceğiniz, düşünüp farkına varacağınız yerde. Tam karşınızdayım. İster bir dost muhabbeti ister bir gönül okuyucu... Adına ne derseniz.
Bu arada bir iki şehir görme şansım oldu. Uzun zamandır yapmayı istediğim bir şeydi. Sırt çantası, fotoğraf çekmek için bir telefon, içinde kahve ve yiyeceklerin olduğu bir çanta. Ve en önemlisi yanındaki yol arkadaşın. Seçtiğin, sevdiğin o kişi. Ben çok şanslıyım. Yol arkadaşım oyun arkadaşım eşim. Onunla fırsat ve imkân buldukça yeni yerler görmeye niyet ettik. Neresi olduğu inanın hiç önemli değil. Yeni ve keşfedilmeye açık bir yer olsun yeter. İnsanın, taşın, toprağın, doğanın olduğu her yer ilgi çekici. Daha önceki yazımda “Her tanıştığımız insan öğrenilmiş derstir.” demiştim. Yeni bir yer görmek de öyle. Döndüğüm her yerden heybem dolu döndüm bu yaşıma kadar. O şehre ait bir şey mutlaka değdi bana. Binaları, insanı, havası, suyu, ağacı, kokusu, yolumuzu kesen sincabı, elimizi uzatıp sıcacık vücuduna dokunduğumuz köpeği, gölü, manzarası...
Yaşarken bu hayatta insanı büyüten çok fazla şey var. Acı çekmek, acından ders almak, mutlu olmak, mutluluğundan pay vermek, keşif yapmak, tanımak, dokunmak, sevmek, seyretmek... Bir şehri, bir insanı, bir manzarayı, bir çocuğu, bir sevgiliyi, bir anneyi, bir ağacı seyretmek. Zamanı değerlendirelim. “Bir daha asla duyamayacağımız sesler, bir daha asla göremeyeceğimiz şehirler ve bir daha asla yaşayamayacağımız bir hayat var.”
Gece Yarısı Kütüphanesi’nde Bütün Hayatlar Şimdide Başlar diye bir bölüm var. Söylemek istediğim tam da bu aslında. Yaşanması mümkün olan hayatları şimdi yaşayalım. Çekilmesi gereken fotoğrafları şimdi çekelim, duymamız gereken sesleri şimdi duyalım, görmemiz gerekenleri şimdi görelim. Seveceksek şimdi sevelim ve hadi söyleyelim. İyi haftalar...