“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler size Allâh’tan, Rasûlünden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allâh emrini getirinceye kadar bekleyin. Allâh, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Tevbe, 24) “Allâh mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır...” (Tevbe, 111)
Zikrettiğimiz ayet-i kerîmeler,  iman edenlere,  hayatın öncelikleri konusunda önemli uyarılar yapmakta ve sevgiye temel ölçü olarak dikkat çekmektedir. Peygamber efendimizden rivayet edilen “kişi sevdiği  ile beraberdir” ölçüsü gereğince sevgide önceliğin   nasıl olması gerektiği de önemlidir.  Çünkü  sevende sevginin gerçekliği, sevdiği uğruna  yapabildiği  fedâkârlıkla ölçülmektedir.  Bu çerçevede  ki   sevginin fedakarlık ölçüsü, ise maldan başlayıp ta cana  kadar ulaşmaktadır.  Bu sebeple  Allah ve Rasülü sevgisinin gerçeklik ispatı,  yeri geldiğinde can başta olmak üzere sahip olunan tüm dünyalıklardan geçme ve onları bu uğurda  feda edilebilmekle ölçülmektedir. Ancak bu gerçekleştiğinde gerçek manada Allah sevgisine ve onun sevin dediklerinin sevgisine ulaşılmış, sevgi iddiası ispata dönüşmüş olur.  Zira en büyük sevgi iddiası, imandır. İman edilene karşı duyulan samimi sevgi  ve muhabbet iman sahibinin kalbinde ferahlık,neşe, genişlik oluşturur ve onu mutmain kılar. Bu tatmin iman sahibine, iman ettiği yaratıcıyı razı etmek için her şeyini  seve seve feda edecek  bir cömertlik ve infak kapısını açar. Sahip olduğu  imânın lezzet, heyecan ve hazzıyla can ve mal gibi her şeyinden fedâkârlık yapmak onun için bir meslek hâline gelir. Bu durum yukarıda zikrettiğimiz ikinci ayeti Kerime çerçevesinde  imanın uhrevi meyvesi olan cennet karşılığında, mal ve canın Allah’a satılmış olmasının da tabi sonucudur.
Diğer taraftan hayır, hasenat ve  infakın doğru yerlere yapılmış olması  da hayır etmek kadar önemlidir. Çünkü Kur’an’ı Kerimde: “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allâh bilir.” (Bakara, 273) buyrulmuştur. Bu itibarla îmanlı zenginler servetlerini, ilmin, ahlâkın gelişip yaygınlaşması için kendilerini din ve Kur’ân hizmetine adayanlara seferber etmeli, akraba ve  yakınlarından başlayarak çevrelerindeki gerçek fakir, muhtaç ve yoksullara öncelik vermelidir. Malı ve canı yanlış yere sarfedenler, Allâh’ın vermiş olduğu nîmetleri yerinde kullamayıp  ziyan etmiş olurlar. Nitekim Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a âit şu hikmetli söz bu konuda bizleri dikkate davet eder: “Bir malda üç ortak vardır. Birincisi mal sâhibi, yâni sen, ikincisi kaderdir. O, hayır mı, yoksa felâket ve ölüm gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Üçüncüsü mîrasçıdır. O da bir an önce başını yere koymanı (yâni ölmeni) bekler, ölünce malını alır götürür, sen de hesâbını verirsin. Eğer gücün yeterse sen bu üç ortağın en âcizi olma.”  Ayrıca gerçek sevgi, sevgi iddiasında bulunandan sevdiği uğrunda feda edeceklerinin en iyilerini feda etmesini ister. “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe birre (hayrın kemâline) eremezsiniz…”