İnsan, yaratılış olarak nevi şahsına münhasır, özel yetenek, kabiliyet ve donanımları olan değerli bir varlıktır. Ne var ki insan, başı boşta bırakılmamış,  Yüce yaratıcının ilan ettiği sınav gereği var olan bu donanımlarının aksi yönde çalışan bir nefis ve kendisine apaçık bir düşman olarak ilan edilen şeytan ve onun yardımcıları ile de baş başa bırakılmıştır.  Buna bir de içinde yaşadığı ortam ve zamanın olumsuz etkileri de eklenince,  öz benliğini yitirmekte, yaratılış mayasına ters davranışlar sergileyebilmektedir. Tam da bu nokta da vahiy, yolu ve yönünü kaybeden insana,  bir dizi savunma mekanizmaları sunmaktadır. Dinimizin inanç, ibadet, muamelat ve ahlaktan oluşan umdeleri, bu savunma mekanizmalarıdır. Bu sistem, insanın yaratılıştan getirdiği tüm insanî değerleri ön plâna çıkararak fertte; yaratıcısı ile arasında kulluk şuuru tesis etme imkanı verir. İnsanı kendi içinden ve dışından gelen yıkıcı tehlikelere karşı koruyan bu savunma umdelerinin başında da  hayâ ve utanma duygusu gelir.  Bir ahlâk kavramı olarak haya: İnsanın, çirkin sözlerden uzak durması, kendini aşağılık eylemlerden  alıkoyması ve gözünü bakılması haram olan şeylerden koruması anlamına gelir. Türkçe’mizde bu yönüyle haya, insanı her türlü çirkinlikten uzak durmaya yönelten duygu ve bunu yansıtan tutum anlamına gelir. Arapça’da, “yerme”, “kınama” ve “onur kırıcı tutum ve davranış” anlamlarına gelen “âr” kelimesi  ise, Türkçemizde çoğunlukla “hayâ”  kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanılır.
     İslâm ahlâkçıları hayâyı, Kur’an ve Sünnetteki çeşitli kullanımlarından hareketle bir çok kategori de ele almışlardır.  Mâverdi hayâyı, Allah’a karşı hayâ, insanlara karşı hayâ ve kişinin kendine karşı hayâsı şeklinde üç kısma ayırarak Allah’a karşı hayâyı, O’nun emir ve yasaklarına uymak, insanlara karşı hayâyı, onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçınmak, kişinin kendisine karşı hayâsını ise, edep sahibi olması şeklinde açıklamıştır.  Tasvir-i Ahlâk adlı eserinde Ahmet Rifat ise hayâyı, fıtrî hayâ ve dinî hayâ olmak üzere iki kısma ayırmıştır. İnsanın vücudunun mahrem yerlerini başka insanların önünde açmaktan kaçınmasını  fıtrî hayâ, halkın ve Hakk’ın huzurunda edepli olmayı ise dini haya olarak açıklamıştır. Bu ayırım insanın başkalarının yanında haram olan yerlerini örtmesinin, onun fıtratının bir gereği ve muhafazası anlamına geldiğini göstermektedir.
    Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır”( Muvatta’, Hüsnü’l- Huluk, 2) buyurarak,  bu duygunun ahlakla olan ilişkisine vurgu yaparken, hayalı davranması konusunda kardeşine öğüt veren bir sahabeye: “Bırak onu. Çünkü haya imandandır.”(Müslim, Sahih, İman,12) tespitiyle hayayı imanla irtibatlandırmıştır. İbnü’l-Esîr ise, bu konuda şöyle bir tespit yapmıştır: Yaratılıştan gelen bir duygu olmasına rağmen hayâ bu hadis-i şerifte, sonradan kazanılan  imandan bir kısım olarak tanımlanmıştır. Çünkü hayâ eden kimse, bu sayede günahlardan uzaklaşmaktadır. İşte bu noktada hayâ, kişi ile günahlar arasına girmekte ve onu günah işlemekten alıkoyan imanının bir meyvesi haline gelmektedir. Hayâ duygusu, insanın eylemleri üzerinde de düzenleyici bir role sahiptir. Günlük hayatta sergilenecek davranışların iman süzgecinden geçirilmesini, çirkin, kötü iş , eylem ve hallerden uzak durulmasını sağlamaktadır. İşte hayânın bu yönünü vurgulamak üzere sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),“Utanmadıktan sonra dilediğini yap” uyarısını yapar. Yani, örtülmesi gereken yerlerini açtıktan, kötü bir iş yapmaktan sakınmadıktan ve yaptığın işin çirkinliğinden korkmadıktan sonra iyi olsun, kötü olsun canının her istediğin yapabilirsin. Çünkü sen kontrolünü kaybettin, ölçü ve sınırları kaldırarak diğer canlılara benzedin. Böylece Resûlullah Efendimiz, hayâ duygusunun arka plâna atılmasının getireceği tehlikeyi bizlere,  bir tehdit üslûbu ile haber vermiştir.
    Hayâ, bütün peygamberlerin ortak nitelik ve çağrılarından birisi olmuştur. Hz. Peygamber hayâ ile iman, haya ile amel arasında organik bir bağ kurmuş, hayâ  eksikliğinin bu iki alana zarar vereceği uyarısını yapmıştır. Unutulmamalıdır ki insanlık var olduğu sürece, hayâ duygusu insanı, doğruya ve güzele sevk etme konusunda bir kriter ve itici güç olmaya devam edecektir.