Mevsimler Yaz idi ama sıcaklar henüz kendini hissettirmiyordu. Can gül ile Beyaz gül peş peşe şöyle bir sörf yaparak kafalarına göre kovalamaca oyunu oynar gibi bir birlerini kovalayarak şakalaşıp oyunlar oynuyorlardı.
İnsanlarda boş durmuyorlar, onlarda oradan oraya koşuşturarak kendilerine göre bir şeyler yapma çabasındalar. Kimileri koşuyor. Boş kulek!, boş tava! Kimileri de ağar gidip Ağır batman Gül hazinesi taşıyorlardı!..
Can gül:
-Çok yoruldum, diyerek fazla yüksek olmayan bir binanın çatısına kondular.
Beyaz gül Can güle seslenerek:
-Şu anda çatısında bulunduğumuz bina var ya sıradan bir mekan değil, dedi. Can gül çok heyecanlandı:
-Anlat anlat ne olur. Benim için sıradan bir bina gibi görünüyor ya olsun belki sırrı binanın içindedir, hele çabuk ol anlat dedi:
-Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok , nice elbiseli gördüm içinde insan yok!… diye söylendi.
Beyaz gül:
-Evet bildin. Bu binanın sırrı içinde olanlardan ibaret; dedi ve bak ön cephesinde Adaletin Kanunların anlatıldığı yazılar yazıyor. Burada insanların Hak ve Hukuklarının korunduğu davalar konuşulup ciddi kararlar alınıyor , kısaca söylersek insanlık özgürlük!... nefesini buradan alıyorlar, dedi.
Kendi aralarında konuşarak ve bolca keseden sorular cevaplar üreterek fikir jimnastiği yapıyorlardı...
Bırakın Can gülle Beyaz gül , kendi aralarında Hakkın Hukukun Adaletin veyahut Adaletsizliğin!... hakkında dedi kodu mahiyetinde fikir jimnastiği yapa dursunlar.
Bakın ben size neler anlatacağım. Tebessüm ederek yada kahkaha atarak gülmeye hazır mısınız?, hadi bakalım.
Deli kanlılık dönemine yeni adım atmış çiçeği burnunda tıfıl bir gençlik dönemimdi o zamana kadar her tarafın binalarla ve küçük evlerle kaplı olduğu insanların bolca yaşadığı kocaman bir şehir görmemiştim.
Dayımla birlikte Bizim Can gülle Beyaz gülün çatısına kondukları o binaya geldik dayandık. “Sizin ne işiniz var orada?” demeyin kısmet bu, siz sadece sabredin.
Memlekette dayımın kirada oturduğu evin sahibi bir hakim di bizde dayımla birlikte o hakimi görmeye geldik hal ve hatır sorup kısmetimizde varsa bir bardak çay içecektik.
Binanın ön kapısına gelip dayandık, içeri gireceğiz ama bir türlü olmuyor çünkü giriş kapısı bizim bildiğimiz normal kapılardan değil , dönerli bir kapı.
Oraya gelenler çok rahatlıkla dönen kapıdan içeriye girdiklerini görüyor ve seyrediyorduk. Dayımla birlikte heyecanla ve hızlı bir şekilde içeri girmek için dönerli o kapıdan içeriye doğru balıklama daldık!... merak etmeyin içeri girmeyi başaramadık çünkü… döner kapı sanki elinin tersiyle bizi tuttu dışarı geri attı… Kendimizi bir anda geri dışarıda bulduk. Dayım bana bakıyor ben dayıma aval aval bakıyorum çünkü şaşkınlığımız iliklerimize işlemiş heyecandan sanki dizlerimizin bağı çözülmüştü korku ve şaşkınlıktan dilimizde tutulmuş konuşmuyorduk. Dayım yaşının verdiği tecrübeye dayanarak bir ara kendini topladı konuşmaya başladı:
-Yeğenim bu kapı bizi niye sallayıp dışarı attı? halen bir şey anlayamadım üzerimizde silah filanda yok , senin üzerinde bir şey var mı?, yani bıçak falan, dedi.
Cebimde küçük bir bıçak var idi onu dayıma göstererek biraz ilerde bulunan çöpün kenarına koydum dönüşte geri alırız diye.
Dayım çok şey biliyormuş gibi:
-Yeğenim bak her gelen , yol geçen hanı gibi çok rahat içeri geçip gidiyorlar, diye beni de gaza getirerek taarruza geçen komutan misali:
-Ya Bismillah deyip içeriye holadık... Merak ediyorsunuz değilmi?... Fazla merak etmeyin sadece gülmenize devam edin çünkü.. bu taarruzda da ben içerde kaldım, zavallı dayım dışarı atıldı.
Dayım “yeğenim dışarı gel” diye bağırıp yırtılıyor ben ona çağırıyorum “dayı sen içeri gel” diye.
İçeri girip çıkan insanlar bizlerin haline bakarak sanki bir tiyatro seyreder gibi gülüp geçenlerde var, olup bitenlerden bir anlam çıkartamayanlar da vardı.
Daha sonra derin nefesler alarak rahatlamaya çalıştım dönerli kapıdan dışarı çıkmak isteyen bir kişinin peşine takılıp birazda o adama yapışarak onunla birlikte gerisin geri dışarı çıktım. Oh beee… dışarısı çok güzelmiş. Dayımda nasıl olsa orada, içerde bunalmıştım.
Siz gülün gülün ama merak etmeyin size inat içeri girmeyi başaracağız göreceksiniz.
Dayım yorgun ve bitkin bir sesle:
-Yeğenim vaz mı geçsek burada iyice kepaze olduk bir gazeteci televizyoncu falan bizi görüp çekerde herkese duyurur sonra birde memlekette milletin diline düşüp cümle aleme rezil olmayalım, dedi.
Cesaret verme sırası bu seferde sanki bende imiş gibi derhal lafa girerek:
-Olmaz dayı.. olmaz. İçeri girmek var geri dönmek yok, diyerek. Eli çantalı kelli felli bir adamın peşine takılarak birazda o adama yapışarak üçümüz birlikte , eli çantalı adamın ;
“İmdaaat … imdaaat”
çağrıları arasında çok şükür kazasız belasız içeriye girdik...
İçeride ve dışarıda canlı canlı oynadığımız bu oyunu bir an unutarak dayım cebinden bir küçük kağıt çıkartarak göreceğimiz hakimin ismini ve odasını orada bulunan birine sorduk. Oda koridorun sonunu göstererek bize tarif etti.
Yaağ ne olur buradan sonrasına bari gülmeyin anlaştık mı?...
Uzun koridorda yavaş yavaş hakimin odasına doğru yol alıyoruz. Hayır hayır gidemiyoruz nedeni de , yeni bir iskarpin ayakkabı almıştık topuğu fazla yıpranmasın diye de ayakkabının topuğuna at nalı gibi demir çaktırmıştık koridorda yürürken ayakkabının çıkardığı tık tık sesleri koridoru sallıyor adaleti kanunları sallıyor sanki koca şehir sallanıyordu… Herkes bize bakıyor ve ayaklarımdan çıkan tık tık seslerini dinleyip bizimle birlikte mutlumu oluyorlar , yada rahatsız mı? bunu bir türlü bilemiyorduk. Bu Olup bitenleri görenler niye bu kadar şaşkınlık yaşıyorlar?... bir türlü anlayamamıştık, dayım bir an öfkelenerek:
-Yeğenim çıkart şu ayakkabını da eline al, ayak seslerin beynimde zonkluyor, buda yetmiyormuş gibi herkes bize bakıyor dedi.
Dayısından fırça yemiş bir yeğen nasıl olur?... bende işte öyle boynumu büktüm üzerine basmaya kıyamadığım müzik kutusu ayakkabımı bağrıma basmış dayımın peşinden tin tin gidiyordum. Aman Allahım!.. oda ne… insanlar gene garip garip bize bakıp gülüyorlar şaşkınlıkları gene yüzlerinden ve dillerinden okunuyordu, bazıları şaşkınlığını taşırarak birazda alaycı laflarla:
-Kucağındaki o ayakkabılarını çocuk emzirir gibi bağrına basıp tutmayacaksın ayağına giyeceksin , diyorlardı.
Bu insanları anlamak nede zormuş… ne yapsan tepki veriyorlardı.
Bendemi bir gariplik vardı ? Yoksa onlarda mı? siz ne diyorsunuz?...
Sizde de yorum yapacak hal kalmamış ki deminden beri kasıla kasıla gülüyorsunuz…
Efendim anlayamadım hiç gülmediniz mi?
Tamam tamam anladım hakimi gördünüz mü? diye merak ediyorsunuz, merak etmeyin çok şükür görüştük çay bile içtik… hatta’a hakimin masasına çayı dökmedim!...
N’e oldu?... bir yalan söyleyelim dedik olmadı, ne olmuş yani çay dökmüşsek.
Merak etmeyin dökülen çayı masanın üzerinde bulunan önemli bir evrakla sildim… görseniz masa tertemiz oldu , ben biraz fırça yer gibi oldum ya olsun. Çok şükür kazasız belasız hakimle görüşüp ikinci bardak çayımızı da başka bir gün içmek için oradan ayrıldık, belki de kibarca kovulduk...
Selam ve dua’larımla.