Dünyaya gözümüzü açmadan önce başlıyor buradakilerle bağımız. Henüz anne karnındayken bile birçok şeyle bağ kurmuş olarak geliyoruz dünyaya. Annenin kokusunu, babanın sesini, sıcaklığını tanıyarak başlıyoruz yaşamaya. Böyle kurulan bir bağda samimiyet var, güven var, huzur var. Ben “ Bir yere bağlı kal ama bağımlı kalma. “ cümlesindeki bağımlılık üzerine konuşalım istiyorum.
Bağlı kalabildiğimiz şeyler, bağımlı olduklarımızdan daha az. Özellikle son birkaç yıldır bizi kendine bağımlı yapan şeylerin sayıları arttı. Bu alışveriş olabilir, para olabilir, alışkanlık olabilir, bir şeyi tüketmek olabilir. Bence en çok almaya, deliler gibi almaya ve tüketmeye bağımlı olduk. Hatta tüketememeye. Aldıklarımız dağ oldu ve tüketemedik. Almaya da devam ettik ve sonunda bir sürü küçük dağımız oldu.
Tükettikçe bu hisse bağımlı olduk. Almanın ve biriktirmenin verdiği o tuhaf hisse. Bizde biriken ve bize ağırlık veren şeyler sadece maddi olmak zorunda değil elbette. Duygular, yaşanmış ve bitmiş acılar, tartışmalar, sözler de bizim küçük dağlarda yükseliyor. Ve sonrası son derece yorgun ve hâlsiz insanlar olarak yaşamaya devam ediyoruz. Yaşamaya çalışıyoruz.
Bağlı kalmayı seçip serbest bırakmak gerekiyor. Her güzel şeye ve hatıralara bağlı kalmak. Çok şık bir çantayı yerinde güzel bulmak. O acıyı yaşandığı yerde bırakmak. Bir alışkanlıkla vedalaşmak. Vazgeçebildiğimiz gibi sırtımızdaki dağlar küçülecek ve giderek kaybolacak. O zaman bağlı kaldıklarımızla birlikte yürüyüşümüz devam edecek.