Zulüm sınırları çiğnemek, haktan batıla sapmak, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasına zarar vermek, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunmak, güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulamalar anlamındadır.
Kur’an’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biri zulümdür. Kur’ân-ı Kerîm’de ise 200’den fazla yerde zulüm kavramı “küfür, şirk, Allah’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme, beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma” anlamlarında zikredilir. Yaklaşık 125 ayette zulümden ve zalimlerin akıbetinden bahsedilmektedir. Bütün Rasul ve Nebilerin tevhid mücadelesi de, insanların izzetini, şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan her türlü baskı ve zulmü ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur. Zalimlerle alakalı bir ayette Allah şöyle buyurur: “İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değildir. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değildir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.” (Nisa: 168, 169)
Zulme yardımcı olanlar da, Rasulullah’ın ifadesiyle Allah’ın gazabına uğrayacaklardır. Zalimlere yardım edenler ahirette Cemalullah’ı asla göremeyecektir. Onlar, yardım ettikleri zalimlerle beraberdir. Zulme sessiz kalanlara, zulmü görmezden gelenlere de merhamet edilmeyecektir. Çünkü merhamet etmeyene merhamet edilmez. Düşünce ve davranışta zalimlere meyletmek zulümle; hainlere ortak olmak ihanetle; suçlulara arka çıkmak cürmün kendisi ile eşdeğerdir. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük cihaddır. Haksızlık karşısında susan da dilsiz şeytandır. Zalimin zulmünü önlemek hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşun ta kendisidir. Haksızlığa karşı hakkın ve haklının yanında yer almak Müslüman’ın vasfıdır. Müslüman zulme asla rıza gösteremez. Zulme rıza göstermek de zulümdür ve zalime yardım etmek demektir. Gücü yettiği halde zalime karşı çakmamak haramdır. Herkesin gücü oranında sorumluluğu vardır. Zalimin zulmü karşılıksız kalmayacaktır. Rasulullah(sas) da şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar zalimi görür de ona engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir cezalandırma ile cezalandırması yakındır.”
Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”Bu ayet, mazlumlar için bir umut ve teselli; zalimler için bir ihtar ve tehdittir. Bu tehdide aldırış etmeyen zalimler, dünyada da ahirette de huzur bulamayacaktır. Onlar için dünyada rezillik, ahirette ise büyük bir azap vardır. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in buyurduğu gibi, “Zulüm, zalim için kıyamet gününde zifiri karanlık olacaktır.” Yüce Mevlamız zulmün her çeşidini yasaklamış, zalimleri korkunç azap ve akıbetlerle tehdit etmiş, onların asla yâr ve yardımcıları olmayacağını belirtmiş, bizlere şöyle haber vermiştir: “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir, yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.”
Kur’an’da ayrıca zalimler hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.” Ey Mümin, bil ki zalimden yana olmak, Allah’a karşı olmak demektir. Zalimi desteklemek şöyle dursun, ona ve fiiline kalben destek olmak bile azap sebebidir. “Zalimlere en ufak meyil göstermeyin, yoksa size de ateş dokunur.” buyurarak, Allah bizlere öğüt verir. Pek çok ayet ve hadîs-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere zulme ve zalime destek çıkmak azap ve helak sebebidir. Zulüm ve zalime karşı cephe almamak bile büyük suçtur. Zulmü ancak kalplerinde Allah korkusu olmayanlar ve ahiret hesabına çekileceğini düşünmekten mahrum olanlar yaparlar. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:“Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah kalplerinizi o zalimlerin kalbi gibi yapar.” Peygamberlerin mücadelesi daima zalimlere karşı olmuştur. Bütün peygamberler mazlumların, ezilenlerin, değer verilmeyenlerin safında yer alarak, hak ve adaletin zaferi için çalışmışlardır.
İnsaf, vicdan ve merhamet duygularının yitirildiği, zulmün sıradanlaştığı ve zalimin destek bulduğu bir çağda yaşıyoruz. Hak ve hukuk tanımayan zorbalar, çocuk, yaşlı, kadın demeden mazlum Filistin halkının üzerine bombalar yağdırıyor. Gözü dönmüş caniler, yıllardır dünyanın gözü önünde masum, mazlum, zayıf olan tüm Müslümanlara olduğu gibi Filistinli masum kardeşlerimizi katlediyor. Kan ve gözyaşından beslenen caniler, Kudüs ve çevresindeki Müslümanları, baskı ve şiddetle evlerinden, yurtlarından çıkarıyor, yaşama haklarını ellerinden alıyor. Mabet dokunulmazlığını hiçe sayıp Mescid-i Aksâ’nın maneviyatını çiğniyor. Üç semavi dinin kutsal yerlerini barındıran Kudüs’ü, Filistin devleti kendi başkenti olarak ilan ederken, İsrail'de kendi başkenti olarak ilan etmeye devam ediyor.
Müslümanlar için üç kutsal şehir Mekke, Medine ve Kudüs'dür. Hz. Peygamber; "Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır. Mekke'deki Mescidu'l-Haram'a, Medine'deki benim bu mescidime ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya." "Eğer Mescid-i Aksa'ya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." buyurmuştur. Bu hadis sebebiyle Hz. Ömer, Hicretin 14. yılında miladi takvime göre 636 yılında Islâm ordularını Suriye, Irak, Filistin ve Misir cephesine göndermiştir. Kudüs'de bu seferler sonucunda üçüncü haremimiz olan Mescid-i Aksa bölgesi de artık Müslümanlar'ın eline geçmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'e Kuran-i Kerim tebliğ edilmeye başladığında, en önemli ibadetlerimizden biri olan namaz Mescid-i Aksa'ya dönülerek kılınmıştır. İlk kıblemizin Mescid-i Aksa'nın Kudüs şehrinde bulunması, bu şehrin tüm Müslümanlar olarak kutsallığını açıkça ifade etmektedir. Peygamber Efendimiz (sav)'in en büyük mucizelerden biri olan İsra ve Miraç hadisesi buradan gerçekleşmiştir.
638 yılından 1099 yılına kadar Müslümanlar'ın elinde olan Kudüs, 1099 yılında Haçlı orduları tarafından işgal edilmiş ve 88 yıl sonra Selahattin Eyyübi tarafından Kudüs tekrar Müslümümanlar'ın hakimiyetine geçmiş ve 1917 yılına kadar da Müslümanlar'ın hakimiyetinde kalmıştır. Ecdadımız da 1517 yılında fethettiği Kudüs'e tam 400 yıl boyunca Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin iç içe yaşadığı Kudüs'ü adaletle yönetmiş, bu kutsal şehre büyük eserler bağışlamışlardır.
Ümmet İslam düşmanlarının çeşitli saldırıları ve entrikalarıyla karşı karşıyadır. Müslümanlara her türlü zulüm, her türlü tecavüz ve katliam reva görülmekte, zalim güçler konuşurken adaletten ve insan haklarından bahsetmektedirler. Yüzümüzü İslâm dünyasına çevirdiğimizde ne yazık ki birçok yerde mazlum kardeşlerimizin feryatları kulaklarımızda çınlamakta, yüreklerimizi dağlamaktadır. İsrail 30 yılda 10 binden fazla Filistinli kardeşimizi katlederken; ne Ramazan, ne Bayram dinlemeyen zalimler kardeşimizi katlederek zulümlerine devam etmektedirler.
Ancak biz biliyoruz ki masumların kanları üzerine kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz. Biz farkındayız ki, imtihan edilmeden üstün gelinemez. Nitekim İmam Şafiî’ye “Kişi için üstün gelmesi mi, yoksa imtihan edilmesi mi daha iyidir?” diye sorulmuş, İmam şu cevabı vermiştir: “Kişi, imtihan edilinceye kadar üstün gelemez.” Ve biz biliyoruz ki, Allah zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir.
Mümin, zulme taraftar olmaz ve zulmü alkışlamaz. Zulüm karşısında susmaz, zalimin sesi olmaz. Müminin gönlü asla zulme razı değildir. Mümin, hak ve adaletin yanındadır, zulmün karşısında daima dimdik ayaktadır. Mümin, zalime hasım, mazluma umuttur. Yeryüzünün her neresinde olursa olsun kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanar. Zira o, Hakka tabidir ve Hak yolunun yolcusudur. Mümin bilir ki hak ve adaletin hizmetinde olduğu sürece Allah’ın rahmeti ve yardımı kendisiyle birliktedir. Hakkı tutup kaldırdığı sürece zalimler asla mazluma ve mağdura zarar veremeyecektir.
Mazlumların feryadı arşa uzanırken, ümmet-i Muhammed olarak bir araya gelip zulme ve işgale karşı çıkmak zorundayız. Mazlum kardeşlerimize gücümüz nispetinde destek olmalıyız. Rabbimizin yardımı, müminlerin vahdeti, feraseti, cesareti ve onurlu duruşuyla zalimlerin sonu berbat olacak, huzura ve barışa kastedenler er ya da geç cezasını bulacaktır. Bugün Filistin’de yaşananlar bize önemli sorumluluklar yüklemektedir. Gün, Müslüman idrakiyle yola revan olup Rabbimize samimiyetimizi arz etme, Sevgili Peygamberimizin ümmet idealini kuşanma, kardeşlerimizle bir olma günüdür.
İnancımız odur ki bir gün mutlaka işgal altındaki Kudüs toprakları kurtarılacaktır. Bu kutsal belde eskiden olduğu gibi özgürlüğüne kavuşacaktır. İnanıyoruz ki mazlumla Allah arasında perde yoktur. “Kahhâr” olan Rabbimiz, zalimleri kahru perişan edecektir. Rabbimiz bizleri her zaman mazlumların yardımına koşan ve zulmün yerine adaleti tesis eden kullarından eylesin. Rabbimiz kalplerimizi zalimlere meyletmekten muhafaza buyursun. Allah’a emanet olun.