SUSTUM, nedensiz... Söylenecek o kadar çok şey vardı aslında ama susmayı tercih ettim. Tercihten de öte ne  söylediğimi anlayabilecek düzeyde birisi miydi! Belkide o nedenle susmayı tercih etmiştim. Sessizce verdiğim yanıt onu ve onun bulunduğu topluluk üzerinde bir etki yaratmadı, dersem yalan olur. Aksine, o kadar çok mutlu oldular ki; zafer kazanmış Aslan edasındaydılar. 

Yanlışın karşısında sessiz kalmak, yanlışı yapanları haklı ve güçlü kılıyor. Zalimin zulmü daha da artıyor. O nedenledir ki; bir zamanlar 'Susma sustukça sıra sana gelecek!' diye bir slogan üretilip, dilden dile dolaşıma sunuldu. Sustuk. Suskunluğumuzu 'Korktular!' şeklinde algılayanlar da oldu. Konuştuk. Konuştuklarımızı anlayanların sayısı belki de bir elin parmaklarını bile zor geçti.

Emekli Öğretmen Yusuf Karakaya ağabeyimiz aradı, ''Susmayalım, bu şehrin sanatının, kültürünün, edebiyatının, tarihinin gelecek kuşaklara aktarılması için son nefesimize kadar çağrıp, çığralım. Belki birileri sesimizi duyar'' dedi.

Ertuğrul Kapusuzoğlu ile oturuyoruz. O da emekli öğretmen. Şu günlerde Yozgat kültürünün, geleneğinin, tarihinin yaşatılıp, konuşulabileceği bir mekan hazırlığı içerisinde. ''Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!'' dedi, Ertuğrul hocam. Ve ekledi; ''Biz sustukca birileri korktuğumuzu sanıyorlar. Halbuki suskunluğumuz nezaketimizdendir, bilmiyorlar.'' 

Osman Karaca, ''Cumhuriyet Mektebini görünce içim sızlıyor. Burasını tekrar gündeme getirsek, çürümekten kurtarıp, Yozgat Kültürüne kazandırılması için haberler yapsak olmaz mı!'' önerisini sundu. Karaca, araştırmacıdır, yazar. Yozgat'ı kendisine dert edinenlerdendir. Heyecanlıdır, yerinde duramaz. 

Bu kadar mı? Dahası da var/vardır. Hepsi yakasına küsmüş, kabuğuna çekilmiş. Bir araya gelince konuşuyoruz. Taraftar bulamıyor, susuyoruz.