Cenab-ı Hak, eşref-i mahlukat olarak yarattığı insanı sayısız nimetlerle mükerrem kılmış; yaratılıştaki değerini koruyabilmesi ve sahip olduğu nimetlere hakkıyla şükredebilmesi için vahiy ve nübüvvetle ona hakikatin yollarını göstermiştir. İnsan, üstün niteliklerle ve güzel vasıflarla donatılmıştır. Cenâb-ı Hak, bize insanın en güzel şekilde yaratıldığını, canlılar arasında saygın bir yere sahip olduğunu buyurmaktadır. İnsanın saygınlığı, bedenî özelliklerinde, makam ve şöhretinde, mal ve mülkünün çokluğunda değildir. İnsana Yüce Rabbimiz katında değer kazandıran, kudreti, güzelliği, sağlığı ya da zenginliği, cinsiyeti, engelli veya engelsiz oluşu da değildir. İnsan zaten varlıkların en şereflisi olarak Allah katında değerlidir ve bu değeri yükseltmesinin yolu ancak iman, ibadet, iyi davranışlar ve güzel ahlâk ile mümkündür. Allah katında en değerli insan, O’na hakkıyla kulluk eden ve emirlerine karşı gelmekten en çok sakınandır. 

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en çok sakınanınızdır.” Takva bilinci, insanın her türlü söz, tutum ve davranışlarını adalet, merhamet ve emanet ekseninde gerçekleştirmesini gerektiren bir bilinçtir. Bu bilinç, insanın çevresine karşı tavrını; engellilere, yetimlere, yaşlılara, kendinden olmayanlara ve bütün tabiata bakışındaki ahlaki duruşu sağlayan en temel değerdir. Bunun için takva bilincine erişen hiçbir kalpte, fiziksel farklılıklarından dolayı bir başkasını küçümseme, dışlama ve hakir görme gibi duygular barınamaz. Allah’a hakkıyla iman edenler, bu tür çirkinliklerden daima uzak dururlar. Bu bilinç, Müslümanların her türlü engeli aşmada birbirleriyle yardımlaşmasını gerektirir. Allah katında değerli olmak isteyen bir Müslüman, kardeşini asla yardımsız, sahipsiz ve umutsuz bırakmaz. Onun dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderdiğinde, Allah’ın da kendisinin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini gidereceği inancıyla hareket eder.

Her insanın yaratılıştan gelen bir takım hakları ve sorumlulukları vardır. Bunlar, başta onurlu bir hayat yaşama hakkı olmak üzere kişilerin etnik kökenine, rengine, coğrafyasına, statüsüne, ekonomik durumuna ve fiziksel özelliklerine göre farklılık göstermeyen, değişmez temel insani haklar ve sorumluluklardır.

İnsanın dünya ve ahiret huzurunu temin için gelen dinimiz İslam’a göre hayat bir imtihan alanıdır. İnsan yeryüzünde kaldığı sürece karşılaştığı her şeyle sınanmaktadır. Bu sınama zorluklar, meşakkatler yönüyle olduğu gibi imkanlar ve zenginlikler açısından da olabilmektedir. İnsana düşen, bu gerçeğin farkında olarak sabır, şükür, metanet, güzel ahlak ve ümit ekseninde yaşamaktır. İslama göre fiziksel açıdan sağlıklı olmak bir üstünlük vesilesi değildir. İmtihan için yaratıldığımız bu dünyada engelli olmak da bir eksiklik veya kusur değildir. İnsanların doğuştan gelen ya da sonradan karşılaştıkları engellilik durumları, onların saygınlığına asla zarar vermez. Allah Resûlü (s.a.s) bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Allah, sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, O ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” Bütün insanlara olduğu gibi engelli insanlarımıza karşı da sevgi, saygı ve sorumluluk bilinciyle davranmak hepimizin görevidir. Engelli kardeşlerimizin ve ailelerinin kalbine bir damla sevinç taşımak en faziletli amellerdendir. Engelli kardeşlerimizin yanlarında olmak, onlara hayatı kolaylaştırmak dini ve insani bir sorumluluktur. Önemli olan, ruh ve gönüllerimizin engelli olmamasıdır.

Allah Resûlü (s.a.s), engellilere ayrı bir değer vermiş ve onlarla bizzat ilgilenmiştir. Görme engelli bir sahâbi olan Abdullah b. Ümmi Mektûm’un oturacağı yere kendi cübbesini serecek kadar hassas davranmıştır. Sabır ve sebatla karşılanan engelliliğin cennet vesilesi olduğunu haber vermiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), engellilere valilik, öğretmenlik, müezzinlik, Medine dışına çıktığında şehrin idaresine vekil bırakmak gibi çok önemli görevler vermiş, engelli sahabileri hayatın dışında bırakmamıştır.

Resûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Kim, kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir.” O halde geliniz, engelli kardeşlerimizin hayata dört elle sarılmaları ve geleceğe umutla bakabilmeleri için sorumluluklarımızın idrakinde olalım. Engelleri nedeniyle, fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan zorluklar yaşayan kardeşlerimizle içten ve samimi bir yakınlık kuralım. Kardeşlerimizin hayatlarını zorlaştıran bütün engelleri hep birlikte ortadan kaldıralım. Onlara hayatı kolaylaştıralım. Yollarımızı, sokaklarımızı, binalarımızı ve bütün hayat alanlarımızı engelli kardeşlerimizin kullanabileceği şekilde planlamaya özen gösterelim. Engelli rampalarını ve kaldırımlarda bulunan yürüyüş bantlarını işgal etmekten kaçınalım. Engellilere ayrılan otoparklara araçlarımızı park etmeyelim. Onlara zorluklar yaşatan kimseler olmayalım.

Engeller, mutlu ve huzurlu bir aile ortamında aşılabilir. Gerek doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye ve başarıya asla engel değildir. Asıl engellilik aklını, gönlünü, elini ve dilini, şefkat ve merhamete kapatmaktır. Doğuştan ya da sonradan ortaya çıkan hastalık ve engellilik hâlleri, hayatın gerçeği olup insanın noksanı değil; aksine sabır, sebat ve gayretle sonu cennete ulaşan birer imtihan vesilesidir. Elimizdeki her nimet gibi, yaşadığımız her zorluk da Rabbimizin rızasını kazanmak için bir vesiledir.  Her insan gücü nispetinde sorumludur. Kardeşlerimize ve ailelerine destek olmak, dualarımızla ve yardımlarımızla onlara yalnız ve çaresiz olmadıklarını hissettirmek hepimizin görevidir. Yüreğimizde beslediğimiz sevgiyle engelli kardeşlerimize umut aşılamak, onlar için hayatı kolaylaştırmak hepimizin vazifesidir. Derdi ne olursa olsun, göremeyene göz, konuşamayana dil, işitemeyene kulak, yürüyemeyene ayak, tutamayana el olmak, bizler için onur, huzur ve ecir kapısıdır.

İnsanlık, türlü imtihanlara tâbi tutulmuştur ve kıyamete kadar da tutulacaktır. Kulluk yolunda kimileri malıyla, kimileri evladıyla, kimileri canıyla ya da fiziksel bir engelle denenir. Bu imtihan süreci sabır ve metanetle geçirilirse Rabbimiz tarafından vaat edilen nimetler bizim olacaktır.

Dinimiz, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, güçsüzün eli, konuşamayanın dili olmayı sadaka kabul eder. Buna mukabil, engelli birine engel olmayı, rahatsızlık vermeyi ise lanetler.  Peygamberimiz “Sizler, ancak içinizdeki güçsüz kişiler sebebiyle yardıma ve rızka nail oluyorsunuz” “Kim din kardeşine yardım ederse Allah da ona yardım eder. Kim din kardeşinin derdine derman olursa Allah da kıyamet günü onun derdine derman olur. Kim din kardeşinin ihtiyacını görürse Allah onun en çok muhtaç olduğu zamanda onun ihtiyacını görür.” buyurmuştur. Yine Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez.” buyurmaktadır.  Bugün hepimize düşen, engelli kardeşlerimizi doğru anlamak ve onlara saygı göstermektir. Sorunlarına ortak olmak, hayatlarını kolaylaştırmaktır. Bütün imkânlardan faydalanabilmeleri için seferber olmaktır. Kardeşlerimizi üzecek sözlerden, hayatlarını zorlaştıracak davranışlardan kaçınmaktır. Unutmayalım ki hayatı birbirimize kolaylaştırdığımız ölçüde kâmil mümin olabiliriz. Allah’a emanet olunuz.