GENÇ yaşında üç kızıyla dul kalan İffet hanım, kocasından kalan emekli maaşı büyükşehir şartlarına yetmeyince henüz ilkokul çağında olan kızlarını da alıp bir sahil kasabasına yerleşmiş, küçük bir ev alıp, bahçede yetiştirdiği sebzelerle geçimini sağlamaya girişmişti. Çocuklar küçük olduğundan tek derdi karınlarının doymasıydı. Bayramdan bayrama pazardan alınacak kıyafetlerle de kızlarına sürpriz yapıyor, kimseye muhtaç olmadan yaşayıp gidiyorlardı. 
Kasabada bir dul kadının hayat mücadelesi başlarda çok kolay olmuştu. Ahali her işine  koşuyor, ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlardı. İffet hanım kendini günlük işlere ve kızlarına adamış, taa kızlığından kalma solmuş entarisi ile bir çiftçinin dünyadan elini çekmiş karısını andırıyordu.
Hepiniz bilirsiniz o yıllarda kasaba ya da köy kadınları hayatlarını kocalarına ve onların işlerine adamıştır, gelinliği çıkarıp ahıra, oradan kümese, oradan bahçe işlerine koşturan bir hayat mücadelesi içinde savrulup dururlardı. Kocalar gün boyu kahvede oturur, akşam eve geldiğinde yemeğini ve acı kahvesini mutlaka vaktinde isterlerdi. Günün bütün yorgunluğuna rağmen yemek yapılır, sofra kurulur ve hizmette kusur edilmezdi. Hizmet bununla da bitmez, karnından sıpası eksik olmasın diye yatağa atılır, sonra da sırt dönülüp yatılırdı. Bu kocalar için evdeki kadın vazifeli bir memur, dışarıdaki kadın ise hanımefendiydi. Bütün ihtimam dışarıdaki kadınlara gösterilir, eve gelince şefkat çoğu zaman bir tokadın adı olurdu. Şehir kadınlarının hayali kurulur, kasaba kadınları ise gerekirse çifte koşulurdu. Daha açık söylemek gerekirse kadın sadece şehirde kadındı.
İffet hanımın kasaba hayatı  sıradan kadınlar arasında sürüp gidiyordu. Kimsenin dikkatini çekmiyor musallat olan da çıkmıyordu. Oysa şehirde oturduğu apartmanda kapısını çalmayan kalmamıştı. İffet hanım henüz otuzlu yaşlarda, balık etli tabir edilen yanağı gamzeli, şık bir hanımdı. Komşuları, dul kaldığında sürekli hatırını, ihtiyaçlarını sordular, önceleri süt yoğurt gibi ihtiyaçlarıyla sorularına başlayan apartman sakinleri biraz daha ileri giderek kişisel bakımını üstlendiler. Bu sahip çıkma bu kadarla kalsa iffet hanım o sevdiği büyük şehri terketmezdi. Kapıcısından yönecisine bütün apartman bıyık bırakıp da burmaya başlayınca İffet hanım ırzına sahip çıkmak adına dairesini satıp bu kasabaya gelmişti. Taşranın sıradan hayatına karışıp namusuyla yaşayacak ve bu namus dairesinde büyüteceği kızlarını kasaba delikanlıları ile başgöz edip, hacca gidecekti. İffet hanım bu hülyalar içerisinde çalışıp didinirken yıllar geçip gidiyordu. Zaman yerinde durmayan yaramaz çocuk gibidir, siz uğraştıkça o koşar, yorulursunuz, o yorulmaz. Sinirlerinizi ve planlarınızı bozana kadar da durmaz, birgün durduğunda ise durmak sadece sizin içindir,başkaları  için devam eder.
İffet hanımın kabe örtüsünün hayaliyle uyuduğu her gece kızları biraz daha büyüyor, büyüdükçe de ihtiyaçları büyüyordu. Ellerinde oturdukları ev ve kocasından kalan emekli maaşından başka bir kaç koyun ve hepsi hepsi on tane tavukları vardı. Kızların en küçüğü 15 yaşını geçmiş artık pazardan alınacak elbiselere burun kıvırıyor, bir giydiğini ise ikinci kez giymenek için bir tarafından yırtıyordu. Ortanca kız lisenin yarısını bitirmiş aklının yarısını ise artist mecmualarında kaybetmişti. Büyük kızı ise liseden sonra evde oturup koca bekleme yaşında olmasına rağmen oturup kocayı beklemiyor gerekirse kocaya ben giderim diyordu. İffet hanım üç genç kıza birden yetişemiyor, eteği alsa bluzü alamıyor, kendini paralıyor ama kızlara söz geçiremiyordu.
Yazlık sinemaların ülkeyi esir aldığı yıllardı. Beyaz perdede ak elbiselerle kuğu gibi salınan güzellere gıpta ile bakan her genç kız bu sihirli dünyanın rüyasına yatıyor onlardan neyim eksik diye hayıflanıyordu. Kasabanın hayatı dahilinde bir eksiklikleri yoktu ama fazlaları vardı. Ekrandaki kadınlar bir kere çok inceydiler. Oysa sürekli bakliyat ile beslenen kasaba kızlarının beli neresi, baseni neresi bilebilmek zor idi. Filmlerden sonra kızlar evlere kapanır aerobik denilen gavur icadı ile kendilerini inceltmeye çalışırlardı.Bulguru, tarhanayı bırakmış marul yiyerek hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı. "Kızım et ye çocuğun olmayacak yoksa" diye serzenişte bulunan anneler çoğalmıştı. Allah muhafaza çocuğu olmayan kadını kim ne yapacaktı, nerde görülmüş çorak bir tarlanın para ettiği. Kasabada kadın dediğin en az üç, bilemedin dört çocuk yapacak kapasitede olmalı ve bu çocukların en az ikisi de oğlan olmalı ki kocası göğsünü gere gere oturabilsin kahvehanede. Yoksa maazallah kahvehaneden afaroz edilip arkasından el işaretleri ile "o biçim" denirdi. Böyle bir erkeğin artık bu kasabada yaşaması da elbette haram olacağından terki diyar edilip şehirde kapıcılığa terfi edilirdi.
(devam edecek)