Taşpınar köyünden Kara Osman’ın büyük oğlu Ahmet, tanıdığımızda doksan dört yaşındaydı. 
Ne amaçla ziyaret ettiğimizi söyleyince elini cebine attı, bir şeyler aramaya başladı. Nefes almakta zorlandığı için ilaç aradığını zannediyordum.
Cebinden bir mendil çıkardı, çıkınını çözmeye çalıştı.
Mendilin içinde bir adet mermi çekirdeği vardı. 
“Ahmet dede bu mermi çekirdeği neyin nesi?” dediğimizde Ağlayarak “Çanakkale hatırası” dedi.
Kara Osman Çanakkale’den getirdiği tek hatırasını büyük oğlu Ahmet askere giderken vermiş “Oğlum bu mermiye mukayyet ol, bu Çanakkale hatırasıdır.” demişti. 
Bu hatıra Gazi Kara Osman’a rahmet okutmamıza vesile olacaktı...
O devirde zenginliğin en güzel göstergesiydi horantanın çokluğu. Taşpınar köyünden Aygırcıoğullarından Tangal Ahmet de öyle bir itikata sahipti. Kimsenin imanından şüphesi yoktu. Allah rızıklarını verirdi. Altı oğlu, dört kızı dünyaya gelmiş, onlara can veren rabbim rızkını da verir, diyerek, Peygamber Efendimizin “Ben kıyamet gününde ümmetimin çokluğuyla övünürüm” hadis-i şerifini kendine düstur edinmişti.
O yıllarda bitmeyen savaşlar sonucunda bir bir sönen ocaklar vardı. Hiç değilse biri ocağımızı tüttürür düşüncesi de çok çocuğa sahip olmanın nedenlerindendi. Tangal Ahmet’in iki oğlu Osman ile Bekir nişanlıydı. Hem düğün masrafını hem de ailenin rızkını temin için Çorum Sungurlu’ya gitmişlerdi.
Babaları her ikisini de köylerinden komşu kızlarıyla nişanlamış, son bahara doğru çifte düğün yapmayı planlıyordu.
Tangal Ahmet’in diğer oğulları da evin tarla, tapan, çift çubuk işlerine bakıyor, muhanete muhtaç olmadan geçinip gidiyorlardı.
Osman ile Bekir Sungurlu’da bir inşaatta ustalık yaptıkları sırada kasabaya dağılan askerler kimi bulduysa alıp askerlik şubesine götürdüler. Çalıştıkları inşaatın sahibiyle birlikte Osman ile Bekir’i de sorgusuz sualsiz aldılar. Herkes kendince bir yorum yapıyor, akıllarınca bir neden bulmaya çalışıyordu.
Osman ile Bekir bir ara jandarmaya yanaşıp, “Biz buralı değiliz, Yozgat’tan buraya çalışmaya geldik, bizim ne suçumuz var ki alıp götürüyorsunuz?” dedi. Asker benzer soruları sıkça duymuş olacak ki hiç umursamadı, cevap vermeye bile lüzum görmedi. İki kardeş göz göze geldi, herkesle birlikte sessizce yürüdü.
Benzer bir hadise ile hiç karşılaşmadıklarından herkes gibi onlar da şaşkınlıklarını gizleyemediler. İnşaatın sahibi cebinde olan bütün parayı çıkarıp Osman’a verdi “Ne olacağı belli olmaz, belki para lazım olur siz bunu alın geri kalanı sonra halleder helalleşiriz.” dedi. Osman ve Bekir kalsın diyemediler.
Eğer ki adamı içeri filan atarlarsa Yozgat’a nasıl gideriz düşüncesindeydiler.
Askerlik şubesine yaklaştıklarında şubenin önünde büyük bir kalabalığın olduğunu fark edip dehşete kapıldılar.
Sungurlu askerlik şubesinin önünde her yaştan adam vardı.
Kiminin saçı sakalı ağarmış, kimi babalı oğullu herkes oradaydı.
Herkes bir şeyler konuşuyor, hiç kimse birbirini duymuyordu.
Şubenin olduğu alana bakan her sokaktan birkaç asker refakatinde kasabada er kişi kim buldularsa alıp getiriyorlardı.
Yanlarında bekleyen yaşlı bir adam “Zannımca yine seferberlik ilan edildi” sözleriyle tecrübesini dillendirdi. 
Tangal Ahmet’in iki oğlu yaşlı adamın seferberlik ile ilgili söylediklerinin ne anlama geldiğini bildikleri için “İnşallah yanılıyorsundur dayı.” diyerek dua ettiler. 
Bekir’in kardeşi Osman’a dönerek “Ya bizi buradan aldıkları gibi askere götürürlerse, evdekiler bizi beklemez mi, meraklanmazlar mı?” demesinin asıl sebebi ikisinin de yakında evlenecek olmasıydı.
Ağabeyi boş gözlerle kardeşine baktı, el ile gelen düğün bayram dercesine etrafındaki kalabalığı bir kez daha gözden geçirdi.
Sungurlu’da bunlar yaşanırken Yozgat Taşpınar köyünde de durum farklı değildi. Köyün tüm gençleri tarladan harman yerinden toplatılmış, Tangal Ahmet de Söğütlü Pınar mevkisinde ırgatlık işleyen oğullarını alıp köye gelmişti.
Okunan listede Aygırcıoğulların’dan Ahmet oğlu Osman, Bekir, Hacı Veli ve Mevlüt’ün isimleri vardı. Osman ile Bekir’in orada olmayışı hem köy muhtarını hem de babalarını sıkıntıya soktu. 
Askerlerden biri “Bu kişileri bulup getireceksiniz, eğer bu kişiler bugün buraya gelmezlerse tüm ailenizi alır muhtar da dahil hepinizi hapse atarım” tehdidinde bulundu.
Köydeki herkes biliyordu Bekir ile Osman’ın dışarıya çalışmaya gittiğini. Özellikle köyün yaşlıları askerlere yemin ederek ikna etmeye çalıştılar ve başarılı da oldular.
Akşamüzeri köyden topladıkları gençleri önce Darıcı köyü karakoluna sonra da o zamanki adıyla Hüseyinabad (Alaca’ya) götürdüler.
Taşpınar köyüne bir hüzün çökmüş, kuşlar bile cıvıldaşmaz olmuştu. Tarlalarda biçilmeyi bekleyen ekin, harman yerinde sürülmeyi bekleyen malama, gelin olma hayaliyle çeyizler dizen gelinlik kızlar, ana kucağında hiçbir şeyden habersiz yatan kuzular kaderine terk edilmiş gibiydi. 
Evlatlarının hangi cepheye gönderdiklerini bile bilmeyen ana ve babaların belleri daha da bükülmüştü. Yavrularına süt emziren anneler sütten kesilmiş, yüreklerde kapanmaz yaralar açılmış, gözyaşları mürekkep olup destanlar dizilmişti.
Askere alınan gençler kısımlara ayrılıp, daha önce askerliğini yapanların bazıları eğitimci olarak yeni silahaltına alınan yiğitlere talim yaptırmak, cepheye hazır hale getirmek için ayırmışlar, geri kalanları ise öncelik teşkil eden bölgelere zaman kaybetmeksizin sevk edilmişlerdi.
Tangal Ahmet köydeki evlatlarını kendi elleriyle teslim etmiş, fakat Osman ile Bekir’in ne durumda olduklarından bir haber alamamışlardı.
Günlerce gözü yolda kaldı, ha bugün, ha yarın gelirler düşüncesiyle aylarca bekledi. İki oğlu da nişanlıydı. Ekinler biçilemedi, tarlalar sürülemedi. Üstüne üstlük havalar soğumuş kış kendini hissettirmeye başlamıştı. 
Tangal Ahmet’in bütün hayalleri suya düşmüş, konuşan dili susmuştu. Gelinlerinin de oğullarından merakla bir haber beklediklerini bildiği için son güzün soğuğuna aldırmadan atına bindiği gibi Çorum Sungurlu’nun yolunu tuttu.
İki oğlu da iyi birer inşaat ustasıydı. Bu yüzden de kasabadaki yeni yapılan evleri tek tek gözden geçirip, her bir evin kapısını çalarak oğullarını sordu. 
Sanki hepsi sözleşmiş gibi “Evi kim ne yapsın, ustayı kim ne etsin” der gibiydiler.
Bir umutla geldiği Sungurlu kasabasında yüreğindeki sızı yeniden nüksetmişti. Köyünde bıraktığını zannettiği acıların aynısı buralarda da yaşanıyordu.
Çaldığı kapılardan birini yaşlı bir adam açmış, sorduğu soruya karşılık “Oğlum kasabada eli iş tutan kimse kalmadı, hepsini askere aldılar, istersen şubeye bir sor.” demişti.
Aklına gelenin başına gelmesinden korkuyordu belki de. Bu yüzden de ilk gitmesi gereken yeri en sona bırakmıştı. Çaresizce sürdü atını askerlik şubesine doğru. Şubeye yakın bir yerde atını bir ağaca bağladı, askerlik şubesine girdi. Şubede sorularına cevap alabileceği bir muhatap aradı. Bir askerin refakatinde kapalı bir odanın kapısı çalındı, içeri girildi. 
Masa başında oturan kır saçlı başçavuş ayağa kalkarak hürmet gösterdi yaşlı babaya. 
Başçavuş buyur diyerek ihtiyar Ahmet Amca’yı dinlemeye koyuldu. 
Ahmet Amca; “Komutan Efendi, ben Yozgat’tan geliyorum, iki oğlum buraya çalışmaya geldiler, altı aydan beri de bir haber alamadım, Yozgat’ın Taşpınar karyesinden Ahmet oğlu Osman ile Bekir, Yozgat askerlik şubesinden gelip oğlumu bulmamı istiyorlar, acaba oğullarım buradan mı sevk edildi? Kayıtlarda adları var mı? Bir bakabilir misiniz?” dedi. 
Başçavuş oturduğu yerden kalkıp arka odaya giderek elinde kalın bir defterle döndü, “Ahmet Amca, oğullarının adlarını bir daha söyler misin?” diyerek defterdeki memleket yazılı kısımlarından kısa yoldan bulmaya çalıştı. 
Defterden birkaç yaprak devirdikten sonra “Evet Ahmet oğlu Osman, Ahmet oğlu Bekir, Bozok Sancağı, Taşpınar karyesinden olup Sungurlu şubesinden Çanakkale’ye sevk edilmişler. Yozgat askerlik şubesine de durumları bildirilmiş.” dedi. 
Yaşlı adam ne diyeceğini, ne söyleyeceğini bilemeden sessiz bir şekilde şubeden çıktı.
O geceyi Sungurlu’da bir handa geçirdi. Sabah erkenden atına binip köyünün yolunu tuttu. 
Köye geldiğinde ilk iş olarak dünürlerinin evlerine uğradı. Sungurlu’dan aldığı haberi hem evlatlarının nişanlılarına hem de dünürüne iletti.
Mevsimler gelip geçti, koskoca ev bomboş kalmış gibiydi.
Dört evladı birden askere alınmış, bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen hiçbir haber alamamıştı Tangal Ahmet.
Zaman zaman köye jandarma geliyor, kayıp ya da cepheden firar eden askerleri köylerinde, evlerinde arıyorlardı. Bazen de şehit haberleri veriliyor, bütün köy mateme bürünüyordu.
Köye gelen iki süvari Aygırcıoğulların’dan Ahmet’in evini sormuşlardı. Süvarilerin geldiğini gören köylüler meraklı gözlerle takip ettiler. 
Süvarilerin Tangal Ahmet’in kapısını çaldığını gören herkes avluya doluştu.
Ahmet Ağa’nın küçük oğlu Mevlüt şark cephesinde şehit düşmüştü. 
Köylüleri Ahmet Ağa’nın ve hanımının acılarını kendi acısı olarak görüyorlardı. Daha önce de şehit haberleri alan Taşpınar köylüleri acılara alışmaya çalışıyordu. Zaten köyde herkes birbirine akrabaydı.
Osman Çanakkale’de cehennemi yaşamıştı. Beş bin kişiyle giriştikleri hücumdan akşama beş yüz kişiyle dönüyorlar, her sabah kalktıklarında tanısın tanımasın birbirileriyle tek tek helalleşerek güne başlıyorlardı. 
Kimse yarın kaygısı taşımıyor, çantasında ne varsa paylaşıyorlardı. 
Fırsat bulduklarında yaralı arkadaşlarını ziyarete gidip, onların cepheye geri dönmeyeceği, memleketine gönderileceği düşüncesiyle yazdıkları mektupları, çakmak ya da teşbihlerini emanet ediyorlar, sılada bekleyen sevdiklerine kendilerinden birer hatıra bırakmak istiyorlardı.