EVLAT diyerek başladığı konuşmasına, elinde tuttuğu bardağı ağzına götürüp, çayından bir yudum alarak, 'es' verdi. Kaldığı yerden, 'benden önce işyerini açabilmek için kendini yorma, buna izin vermem!' uyarısını yaptı. Aynı hareketi, yani çayından bir yudum alarak konuşmasına 'es' verirken, bir elimde süpürge, diğer elimde tava ile konuşmasını tamamlamasını bekledim. Sabırsızlığımı bakışlarımdan anlamış olacak ki, 'işyerini hergün besmele çekerek açarım, sonra sabah namazına giderim. Sen her gün gelip, kapıyı açmak zorunda kalırsan bir gün gelir sohranırsın! Sohranmaya başladığında dükkanın bereketi kaçar! Ütüyü fişte unutur, dükkanı da kendini de yakarsın!' diyerek, söyleyeceklerini tamamladı. Çayından, bir-iki yudum daha aldı, 'hadi bana bir çay daha söyle, kendine de söyle, içelim' diyerek, gönlümü almak istedi. Çayı söyledim, temizliği yaptım, benden önce gelip, yaktığı kömür ütüsünün ağzını kapatıp, tezgahın üzerine koydum. Bizim çaycı Ünal, elinde tepsi ile çayı getirdi, ustanın masasına birisini diğerini de benim bulunmuduğum ütü masasının üzerine bırakıp, 'çaylaaar!' narasını atarak, kapıdan çıkıp, çarşı esnafına çay dağıtmaya başladı. 

Terzi Mahmut Usta...

Hakkın rahmetine kavuştu, Yerköy ilçesinin en eski terzilerinden birisiydi, herkesin 'Terzi Mahmut Usta' olarak bildiği, Mahmut Öztürk. Sadece Yerköylülerden oluşmuyordu, müşteri profili. Yozgat'tan, Şefaatli'den Çiçekdağı'ndan gelen müşterilerinin yanında, Ankara'dan İzmir'den bile elbise diktirmek için gelenler olurdu. Kimisi hakim-savcı, kimisi polis, mühendis, mimardı, işadamıydı. Gerçek bir ustaydı, gereçek bir esnaftı. Hiçbir zaman ustamdan önce gelip, işyerini açamadım. Sabah ezanı okunurken, soluk soluğa, heyecanla işyerini açmak için geldiğimde bile ustamın bende önce işyerine geldiğini gördüm. O gün geldiğimde yaşanmıştı anlattığım diyalog.. Yaptığı konuşma, verdiği nasihat sonrasında bir daha zorlamadım kendimi...

'İt taşlamasın' diye...

Çocukluk yıllarımda, henüz İlkokula giderken, annemiz-babamız yaz tatilinde, 'sokakta it taşlamasın!' diye, elimizden tutar, bir esnafın yanına çırak verirlerdi. Hem de 'eti senin, kemiği benim!' uyarısında bulunarak. Rahmetli babam da beni önce, daha sonra yurt dışına çıkan, bir daha önmeyen 'Terzi Avni Ustanın', bir sonraki dönemde ise 'Terzi Mahmut Ustanın' yanına çırak olarak vermişti. İlkokulu bitirdiğimde, 'usta' olmaya ramak kalmıştı. Bir gün ustam bana 'al şu ceketin kolunu tak!' diye verdi.. Taktım, 'olmamış!' dedi, tarif etti, nasıl takacağımı. Yaptım, yine olmadı, bir-kaç kez söküp tekrar takmaya çalıştım. Her seferinde olmadı. Ceketi oturduğum sandalyenin üzerine bıraktım, 'geliyorum' diyerek, kapıdan çıktım. Çıkış o çıkış.. Esnaf olmanın, esnaflığın mektebinden çıkış yaptığımı daha sonraki yıllarda anladım. Ama benim için hep yol gösterici oldu, esnaflık anılarım...