Bak şimdi güzel kadın, beni dinle; beğendim seni, sesini, gözlerini, yüzünü, dahası kalbini fakat ben bir “kiralık adamım” fakat ben “kiralık bir ömrü taşımaktayım” beni kiralamak sana ağır gelmesin sonra?
    Neden? Dersen eğer; ben bu ömrü hep kiralık yaşadım, acılara ayrılıklara  aşikâr, bir o kadar kaderine razı, bir o kadar prangalar içerisinde nefes almaya ve o “prangalar içerisinde sevişmeye” sonra avuç içlerinde terlemeye “o” kadar çok alışığım ki…
    Yani güzel kadın, yani gece bakışlı ahu, ben dertlere şerbetliyim, yükün olmayayım senin?
     “Ben senin avuçlarında eridiğim an ölsem de, sabah yeniden doğmak zorundayım. Sen benim avuçlarımda eriyip ölürsen ve yaşamayı başaramazsan, bu sefer ben sahiden ölürüm.” Dilerim kalbimi, dilerim sözlerimi anlıyor ve seni incitmek bir kenara, bir kuş tüyü ağırlığında örselemek dahi istemediğime inanıyorsundur ama sen ille de kadınım olmak zorundasın ve bu kadınlık seni yorar civanım…
Gelmeyeceksen
sevgiyle istemem,
Yalvartacaksan
peşinden istemem,
Ağlatacaksan
sevmeyip istemem,
Ölmeyeceksen
aşkımla istemem…
    Unutma!
    Aşkın platonik zamanları, ömrümüzün en büyük düşmanlarıdır.
    Kafeler, çayhaneler, Tophane’de nargileler ve dahası ekmek arası köfteler, bende bugün en sona gelen ama yaşandı mı en önde giden duygulardır ve şimdi ya kadınım,  ya kadınım, ya kadınım olmak var…
    Dinliyorum seni…

    Anlaşıldı, sen konuşmayacaksın ve bütün ötekiler gibi susacak, ne gelirse yaşayacak, suçu hep ötekinde arayacaksın.
    “Ne deyim bahtın her daim güller açar gül yüzünde dilberim…”
    Ha! Unutmadan, bugün sevgililer günüymüş, ümidim bir sevgilin, ümidim gününün kutlu ve mutlu olması.  
    Ben gidiyorum hoşça kal günaha davetkar gözlüm…                            Devam yarın