Kıymetli hemşerilerim, sağlık sorunlarım sebebiyle bir süredir ara vermek zorunda kaldığım yazılarıma, çalışma hayatının büyük bir kısmını ilgilendiren İş ve Sosyal Güvenlik Kanunlarına ilişkin torba yasa üzerine konuşacağımız yazımızla bu hafta dönüş yapıyorum. Yazıya geçmeden önce, Soma’da meydana gelen maden kazasında hayatını kaybeden işçilerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm Türk halkına başsağlığı diliyorum. Yozgat ilimizde de benzer çalışma koşullarında olan maden ocaklarımız olduğunu bildiğimizden, bu ocakları işleten işverenlerimizi, özellikle iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli tedbirleri almaları ve böyle bir kazayla halkımızı bir daha karşı karşıya bırakmamaları konusunda dikkatli olmaya bir kez daha davet ederek, bu haftaki yazımıza başlayalım.
Günümüzde devlet, kamu hizmetlerinin devamı ve sürekliliği doğrultusunda, yerine getirdiği görevlerde kesinti olmaması amacıyla, başta yerel yönetimler olmak üzere birçok alanda personel eksikliğini hizmet alım yöntemi ile gidermeye çalışmaktadır. Bu sebeple başta güvenlik ve temizlik olmak üzere birçok farklı konuda, kanuni tabiri alt işveren, yaygın bilinen adıyla taşeron işçisi çalıştırılmaktadır. Bugün kamuda yaklaşık olarak 250 bin taşeron işçisinin çalıştırıldığı tahmin edilmektedir.
Taşeron işçilerin çalışma biçimini, yani asıl iş, asıl işveren-alt işveren kavramlarını ve hangi hallerde bu ilişkinin kurulacağını daha önceki yazılarımızda tartışmıştık. Dolayısıyla işin teorik boyutuna girmeden, Meclise sunulmuş olan torba yasa tasarısı ile ne gibi değişiklikler olacağını kısaca dile getirelim.
Kanun tasarısı ile öncelikli olarak söylememiz gerekenin, düzenlemenin büyük oranda sorunun asıl kaynağı olan kamuda çalışan taşeron işçilerini ilgilendirdiğidir. Metin Kanunun birçok maddesi ile kamudaki taşeron işçilerinin mevcut durumlarında iyileşme ya da yeni hak kazanımları getirmektedir.
Tasarı ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. Maddesi 8. Fıkrasında yer alan mevcut “Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” hükmü kaldırılarak, fıkra “Yedinci fıkra hükümlerine aykırı olarak alt işverene iş verilmesi veya asıl işveren işçilerinin haklan kısıtlanmak suretiyle alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırıldığının mahkeme karan ile belirlenmesi halinde alt işverenin işçilerine ödenecek ücret ve diğer sosyal haklar asıl işverenin emsal işçisine ödenen ücret ve sosyal haklardan daha az olamaz” haline dönüştürülmektedir.
Tasarının bu maddesi ile daha önce o işyerinde çalışmış olan kişi ile iş bölünerek alt işverenlik ilişkisi kurulmasının önü açılmış bulunmaktadır. Maddede esas önemli olan değişiklik, kanunda yer alan “muvazaa” tabirini ortadan kaldırması; yani taşeron işçilerinin iş müfettişlerince yapılan tespit ile muvazaalı olarak kurulan bir ilişkide çalıştırıldığının tespiti halinde, başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılmasının önü kesilmiş bulunmaktadır. Bu durumda, işçiler ancak –ki o da ancak mahkeme kararı ile tespit edilmesi halinde- asıl işverenin işçisi ile aynı ücret ve diğer haklara sahip olabilme yönünde bir kazanıma erişmiş olacaklardır. Tasarıda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3. Maddesinin 2, 3 ve 4. Fıkra hükümleri kaldırıldığından artık taşeronun işyerini bildirilmesi, ancak genel kurallara tabi olacak, iş müfettişi bu madde uyarınca doğrudan bu konu ile ilgili tespitte görevlendirilmeyecek, ancak işyerini diğer hususlar konusunda teftişi sırasında bu hususla karşılaşması durumunda genel kurallara göre veya yayımlanacak yeni yönetmelik çerçevesinde tespit görevini yerine getirecek, ancak muvazaaya ilişkin husus da düzenlemeden kalktığı için, uygulanacak yaptırım konusunda hukuken bir boşluk doğabilecektir. Bu durumda neler olacağını Kanunun yasalaşması halinde bekleyip göreceğiz.
İkinci önemli husus asıl işverenlerin, alt işverene, yani taşerona verdiği işlerde çalışan işçilerin ücretlerinin ödenip ödenmediğinin kontrolü ve gerektiğinde ödenmemesi halinde hak edişlerinden keserek işçilere ödemesi durumudur ki; bu da iş ilişkisinin kurulmasında temel şart olan “ücret” unsurunun, hem garantiye alınması, hem de gerektiğinde asıl işverenler tarafından doğrudan ödenmesinin sağlanması yönüyle taşeron işçileri için atılmış olumlu bir adımdır.
Üçüncü olarak, özellikle kamudaki taşeron işçileri ilgilendiren bir düzenlemeyi görüyoruz. Tasarıda 4857 sayılı Kanunun 56. Maddesine eklenen fıkrada “Alt işveren işçilerinden, alt işvereni değiştiği halde aynı işyerinde çalışmaya devam edenlerin yıllık ücretli izin süresi, aynı işyerinde çalıştıkları süreler dikkate alınarak hesaplanır. Asıl işveren, alt işveren tarafından çalıştırılan işçilerin hak kazandıkları yıllık ücretli izin sürelerinin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek ve ilgili yıl içerisinde kullanılmasını sağlamakla, alt işveren ise altıncı fıkraya göre tutmak zorunda olduğu izin kayıt belgesinin bir örneğini asıl işverene vermekle yükümlüdür" denilerek, yıllık ücretli izin hakkı için işçinin çalıştığı “işyeri” kavramını baz aldığı, işçinin aslında hizmeti işyerinin sahibi olan “asıl işverene” verdiğini, dolayısıyla alt işverenin değişmesinde bile izin hakkının bu şekilde devam etmesini kabul ettiğini görüyoruz. Bu durumda, henüz o yıl için ihaleyi almakta olan alt işveren, o işyerinde 15 yılı aşkın süredir çalışan taşeron işçisine 26 gün yıllık izin kullandırmak ve izin ücretini ödemek durumundadır.
Son olarak ve esasında en önemli düzenleme, taşeron işçilerinin kıdem tazminatı hakkına yönelik olarak yapılan düzenlemedir. Tasarı ile “Alt işverenlerinin değişip değişmediğine bakılmaksızın aralıksız olarak aynı kamu kurum veya kuruluşuna ait işyerlerinde çalışmış olanların bu şekilde çalışmış oldukları sürelere ilişkin kıdem tazminatına esas hizmet süreleri, aynı kamu kurum veya kuruluşuna ait işyerlerinde geçen toplam çalışma süreleri esas alınarak tespit olunur” denilmiştir. Bu durumda, bu işçilerden son alt işverenleri ile yapılmış olan iş sözleşmeleri mülga 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek şekilde sona ermiş olanların kıdem tazminatları ilgili kamu kurum veya kuruluşları tarafından işyerindeki toplam hizmet süresi üzerinden ödenecektir. Bu işçilerden ayrıca “Aynı alt işveren tarafından ve aynı iş sözleşmesi çerçevesinde farklı kamu kurum veya kuruluşlarında çalıştırılmış olan”ların da iş sözleşmelerinin, mülga 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek şekilde sona ermesi halinde kıdem tazminatının, farklı kamu kurum ve kuruluşuna ait işyerlerinde geçen hizmet sürelerinin toplamı esas alınarak, çalıştırıldığı son kamu kurum veya kuruluşu tarafından, banka hesablarına ödenmek suretiyle ödeneceğini Kanun koyucu emretmiş bulunmaktadır.
Burada, alt işverenin asıl işveren ile yapmış olduğu ihale sözleşmesinin sona ermesi halinde işçilerin iş sözleşmesine son vermesi, asıl işveren tarafından da bu süre sonunda işçinin çalıştırılmaması halinde, sözleşmenin belirli süreli olması ve bu halin 1475 sayılı Kanunun 14. Maddesi çerçevesinde kıdem tazminatına hak kazanılacak hallerden sayılmaması nedeniyle, işçinin kıdem tazminatının ne olacağı sorusunun cevaplanmadığını görmekteyiz.
Ama yine de başlıktaki soruya dönecek olursak, ücreti kamu tarafından garanti altına alınan, yıllık izin hakkını ve sürelerini her durumda koruyan, iş sözleşmesinin yasal koşullarda sona ermesi halinde kıdem tazminatını alma hakkına sahip olan ve tüm bunları alt işveren (taşerondan) değil de asıl işveren olan “Kamu”dan alan işçinin, artık “KAMUNUN İŞÇİSİ” olduğunu söylemekte haksız mıyız?