Kıymetli hemşerilerim, bu haftaki yazıma başlamadan önce destanlar yazarak düşmanı yolundan çeviren, kanının son damlasına kadar savunduğu toprağın bir karışını dahi vermeyerek Türk’ün gücünü tüm dünyaya gösteren Çanakkale Şehitlerimizin ruhları şad olsun diyorum. 
Sizlere yazılarımızda çalışma yaşamının kayıtlı halini, yani yasal olarak yapılması gereken iş işlemleri aktarmaya çalışıyoruz. Ancak maalesef ki, çalışma yaşamında Sosyal Güvenlik Kurumunun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu da kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Ülkemizde ve ilimizde bu şekilde çalışmanın yaygın olmasının nedenleri arasında, işçi ve işverenlerin sosyal güvenlik bilincine sahip olmamaları, kısa vadeli düşünce ile günlük kazancın maksimum seviyede olması için ödenmeyen primleri bir kazanç olarak görmeleri, prim oranlarının yüksek olması ve nihayetinde ekonomik olan bu gerekçelerle birlikte mevzuatı da tam olarak bilememeleri yatmaktadır. Bu hafta sizlere sigortasız çalışma ve kayıtdışı istihdamın zararları konusunda bilgiler aktarmaya çalışacağım.
Sosyal güvenlik hakkı, aslen bireylerin bugüne değil, geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir haktır.  Aynı zamanda sosyal güvenlik, devletin sosyal hukuk devleti olması çerçevesinde bu kavram içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan ana kavramlardan birisidir. Bu noktada yasa koyucu temel dayanağımız olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bu hakkı güvence altına almıştır.
Anayasanın "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" başlığı altında "sosyal güvenlik hakkını" düzenlenmiş ve 60. madde ile "herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" hükmü getirilmiştir.
Buna göre sosyal güvenlik anayasal bir haktır. Devlete ise bu hakkın kullanımına ilişkin esasları yerine getirme görevi verilmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan ve sosyal güvenliğin ülkemizdeki temel ilkelerini belirleyen temel kanun 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’dur. Kanuna göre çalışanlar işe başlamakla kendiliğinden sigortalı olur, bunun bildirilmemesi ayrı bir yaptırıma tabi tutulmuştur. Kanun işverenlerin işçilerin çalışmaya başlamalarını bildirmekle birlikte, çalışanların da aynı zamanda kendilerini bir ay içerisinde ilgili kuruma bildirmeleri gerektiğini kayıt altına almaktadır. Ancak işçinin kendini bildirmemiş olması Kanuna göre aleyhinde delil teşkil etmez.
Gerçekten, sigortalılık fiili olarak işyerinde iş göremeye başlamakla kazanılmaktadır. Çalışma yaşamında çeşitli mevzuatlara tabi birçok işyeri bulunmaktadır. Ancak sigortalılıkta esas kural, çalışanın çalışmaya başlayacağı tarihten bir gün önce sigorta bildiriminin yapılmasıdır. Uygulamada işverenlerin, Kanunda olan fakat yanlış yorumlanan bir “deneme süresi” sonrasında işçilerinin sigorta girişini yapmakta olduğu görülmektedir. Deneme süresi, 4857 sayılı İş Kanunu 14. Maddesinde düzenlenmiş olan, işçinin işe, işverenin işçiye alıştığı ve birbirlerini tanıyarak iş ilişkisini sürdürmeye karar verecekleri bir başlangıç dönemini ifade eder. Bu süre Kanunda iki ay olarak tanımlanmıştır.
Ancak yanlış bilinen ve uygulanan bu sürede işçinin sigorta girişinin yapılmamasıdır. İşverenlerimizin bu hususa dikkat göstermeleri, Kanuna göre işçinin çalışmaya başladığı tarihten bir gün önce sigorta girişini Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirmeleri gerektiğini, deneme süresinde de işçinin sigortalı olarak çalışmak zorunda olduğunu unutmamasını tekrar hatırlatıyoruz.
Değerli okuyucular, sigortalılığın, ister bildirilsin, ister bildirilmesin işe başlamakla gerçekleşeceğini söyledik. Ne var ki, sigortalı çalışan niteliği kazanmak ve Kanunun saymış olduğu sigorta kollarına tabi olmak ise ancak durumun SGK’ya bildirimi ile gerçekleşmektedir. Tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli olmamaktadır. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmış olmak da ayrıca aranmaktadır. Sigortalı hakkındaki bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için, sigorta bildiriminin Kuruma ulaşmış olması gerekmektedir. 
İşveren öncelikle işyerini ve çalıştırdığı sigortalıları, yukarıda saydığımız gibi süresinde Kuruma bildirmelidir. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olup, takip edebilecektir. İşverenler tarafından, ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı, prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarı da “aylık sigorta primleri bildirgesi” ile Kuruma bildirilmek zorundadır. İşveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Kurum da kendiliğinden çalışmayı tespit edemezse, bu çalışma biçimi “Kayıtdışı İstihdam” dediğimiz olguyu meydana getirmektedir.
Kayıtdışı istihdam; işverenlerin Kanunun koyduğu kurallara karşın, yasal yükümlülüklerden kaçınmak adına işveren tarafından bilerek yada işçi ile anlaşmak suretiyle, yasal bildirimler yerine getirilmeksizin yapılan ve sürdürülen iş ilişkisidir. Bunun ilk ayağı, sigortalılığın bildirimidir. Devamında ise aylık bildirimlerle işçinin çalışması, ücreti, vergi ve sosyal güvenlik kesintilerinin bildirilmemesi, hem işçi adına bu haklardan dolayı kazanılacak olan sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik gibi haklardan mahrumiyet, hem de kamu adına bu gelir kaynaklarından yoksunluk ve kamu zararına sebep olmaktadır. Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlülüklerini yerine getirmemesi, çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını da engellemektedir. Bunlara işçinin kıdemine bağlı hakları olan, yıllık ücretli izin hakkı ve ihbar ve kıdem tazminatı sürelerini örnek verebiliriz.
Kayıtdışı İstihdamın, işçi ve işverenin anlaşarak Kuruma bildirim yapmamaları halinin kendiliğinden tespiti çok mümkün olmamakta, ancak işyerinin SGK veya İş Müfettişleri tarafından teftişi sırasında tespit edilebilmektedir. Ancak işverenlerimizin unutmaması gereken husus, bu durumda bildirim yükümlülüklerinin ortadan kalkmayacağı, bildirim yapmamalarının tespiti halinde, üstelik geriye dönük olarak yaptırımla karşı karşıya kalacaklarıdır.
İşverenin işçiyle böyle bir anlaşma olmamasına rağmen, işçinin sigorta girişini yapmaması halinde, işçilerimizin kendi sigorta bildirimlerini, elektronik ortamda veya ilgili SGK Müdürlüğüne giderek sorgulamaları, bildirim yapılmamış ise; Kanunun tanıdığı hak doğrultusunda sigorta bildirimlerini yapmaları yerinde olacaktır. Bu işlemin yapılmaması halinde sigortalılığın tespiti ancak SGK ve işveren aleyhine açılacak olan “Hizmet Tespiti” davasıyla mümkün olmaktadır ki sigortalı hizmetin tespitine yönelik davalar iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay’ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.
Son olarak bu davaların zamanaşımı hakkında bilgi vererek bu haftaki yazımızı noktalayalım. İşverenler tarafından giriş bildirgeleri verilmeyen, aylık prim bildirgesiyle de bildirilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilamla ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamlarıyla prim ödeme gün sayıları sosyal güvenlik kesintileri açısından dikkate alınacaktır. Örneğin 2013 yılı için bildirilmeyen bir çalışmaya ait sigorta bildirimi ve kesilmesi gereken primler, 2014 yılından itibaren 5 yıl içerisinde, yani 2018 yılı sonuna kadar dava edilmez ve tespit edilmezse zamanaşımına uğrayacaktır.
Geleceğimizi güvence altına almak için işçilerimiz ve özellikle işverenlerimizin üzerine düşenleri yerine getirmesi dileğiyle iyi haftalar diliyorum …