Bu yazımda kendi kuşağıma, genç kardeşlerime hitap etmek, onlara yazmak istiyorum.
Her milletin kendi içinde yetiştirmiş olduğu büyükleri, önderleri ve liderleri vardır.
Milletlere yön ve istikamet çizen, onları büyük ideal ve hedeflere taşıyan isimleri anmak, anlatmak ve öğretmek eli kalem tutan herkesin boyun borcudur.
Genç kardeşlerim, Türk Milleti tarihte önüne lider olarak çıkan isimlerin karakteristik yapılarına göre çeşitli isim ve lakap vermiş, gönlünde ve tarihte de böyle yaşatmıştır.
Konumuz Başbuğ Alparslan Türkeş olduğu için çok uzaklara gitmeden bir iki örnek vermek isterim…
Türk siyasetinin içerisinde yer almış Ecevit’e bu millet ‘Karaoğlan’, Demirel’e, ‘Sülo’ ya da ‘Baba’, Erbakan’a ‘hoca’ gibi lakaplar vermiştir.
Bu liderlerin içerisinde bir lider vardır ki O’na yüce Türk Milleti ‘Başbuğ’ sıfatını layık ve uygun görmüştür.
Alparslan Türkeş, bu milletin gönlünde ve tarihte son Başbuğ olarak yerini almıştır.
Genç kardeşlerim, Alparslan Türkeş sıradan bir siyasi parti lideri değildir...
Üç seçim kazanıp, iki seçim sonra tarih sahnesinden silinecek liderlerden hiç değildir.
Kıbrıs’ta İngiliz işgali altında dünyaya gelmiş ve aklı yettiği günden bu yana esareti ve boyunduruğu yediremeyerek, daha ilkokul sıralarında Türk-İslam aşkıyla yanıp-tutuşmuş bir ülkü devidir.
Bu idealleri uğruna ailesini de peşine takarak İstanbul’a gelmiş ve sırtına şerefli Türk Ordusu’nun üniformasını giyerek mücadeleye atılan ülkücü bir Türk subayıdır.
Devletin milletten kopuk olduğu zamanlarda, kalan son Türk devletini elma kurdu gibi içten içe komünistlerin ve ABD köpeklerinin kemirmeye başladığı bir dönemde, tüm kudretini ortaya koyarak, Moskova yönüne giden ihtilal trenini, Ankara’ya çeviren bir Albaydır.
Başbakanlığın içerisindeki Amerikan bürosunun kapısını tekmeleyip, conileri başbakanlıktan atan adamdır.
Vatan ve millet için çalıştığı anlaşılır ki, O’nu sürgün eder, Hindistan’a yollarlar.
Başbuğ Türkeş yılmadan mücadelesine devam eder ve tüm ülkeyi komünizm illetinin sardığı bir dönemde, yetiştirmiş olduğu bozkurtlarla birlikte topyekûn bir mücadelenin içine girer.
Verdiği konferans ve seminerlerle kalbi vatan ve millet aşkıyla dolu milyonlarca vatan evladı yetiştirir.
Türkiye’de milli, manevi ve ahlaki değerlerle siyaset yapmak için yola çıkan ilk siyasi partinin genel başkanı olur.
Vatanını ve milletini sevdiği için ihtilaller yapılır, ipe götürülür, tabutluklara ve hücrelere atılır.
Üzerine titreyerek yetiştirmiş olduğu beş bin evladı gözünün önünde şehit edilir, idam edilir.
Başbuğ Alparslan Türkeş, “Cihan yıkılsa Türk Yılmaz!” diyerek ülkü yolunda çileli yürüyüşüne devam eder.
Sevgili gençler Alparslan Türkeş ne terör örgütüyle pazarlık eder, ne de terör örgütünü muhatap alırdı.
O’nun döneminde bugünlerde yine şiddetlenen Azerbaycan- Ermenistan savaşında soydaşlarına destek amaçlı seçkin ve gönüllü 500 kişilik Rüzgar Ordusu, Ermenilere karşı cihat ederdi.
PKK’lı çapulcular ve onların siyasi uzantıları Başbuğ’dan köpek gibi yılar, siner ve korkardı.
O’nun dilinde her zaman Kırım, Kerkük, Kıbrıs, Azerbaycan türküleri vardı.
O hiçbir zaman ‘bu millet’ demedi ve hep “Müslüman Türk Milleti” diye konuştu.
Bundan dolayıdır ki Türk Milleti onun adına marşlar söyledi, destanlar yazdı.
Türk eşine/ Türk eşine, kıyar mı hiç Türk eşine/bütün dünya kurban olsun/ Türk’ün Başbuğ Türkeş’ine…
O’ Kâbe’nin içini süpürüp-temizleyip, ölene kadar o süpürgeyi saklayan, Kâbe’ye riyasız ve gösterişsiz yüz süren adamdı…
Genç kardeşlerim Başbuğ Türkeş’i anlatmaya bu satır ve sütunlar yetmeyecektir.
O’nu anlamak ve öğrenmek için hayatını ve mücadelesini okumak icap eder.
Özellikle Amerikan ve İngiliz belgelerindeki raporlarda Türkeş’i nasıl anlatmışlar, hangi yönünden dolayı tehlikeli görmüşler bunların hepsi kitaplaştırılmıştır.
Okuyun, anlayın ve sorgulayın!…
Bugün Başbuğ Türkeş’in ölüm yıl dönümü
“Tanrı Dağı taşın olsun Başbuğum,
Dualar yoldaşın olsun Başbuğum,
Ki Peygamber gönlüdür gül fatiha,
Son Başbuğ’ un ruhuna el Fatiha…”