Adil  Usta:
 -Sarı!..  dedi  ve  durakladı. 
  -Özgürlük  nedir  biliyor  musun?
Sarı , gözleri  ile  sağı  solu  seyretmeye  devam  ederek,  dalgın  ve  buğulu  bir  ses  tonu  ile;
 -Bilmem , dedi.
  Adil  Usta:
 -Özgürlük,  köy  demek;  harman  yerinde,  tarlada  , bağda  avazın  çıktığı  kadar  bağırmak...  diye  özgürlük  dersini uzattıkça  uzatıyordu.
“  Sarı” :
- Adil  abi  benim  gideceğim  yerler  var,  müsaade  edersen  ben  özgürce  gideyim  başka  bir  zaman  özgürlüğe  kaldığımız  yerden  devam  ederiz, diyerek  ve  bir  birlerine gülücükler  atarak  oradan  ayrıldı.  Çoban  Mahmut’ un  yanına  gitmek  için   Kamışlı’ya  doğru  yola  çıktı.
Harman  yerine  çıkarak  Koyunculu  Köyü’ne  doğru  giden  toprak  yola  koyuldu  ve  yolda  bulduğu  taşları  toplayarak, yoldan  geçen  arabaların  tekerine  zarar  vermesin diye söylene, söylene  ve  arada  bir de  avazının  çıktığı  kadar bağırıp; 
-Özgürlük  müymüş  neymiş...  diye söyleniyor  ve sık, sık  elini  kulağına   koyup  naralarını  patlatıyordu.  Bu  arada da  Kamışlı  Yaylası’ndaki  davarları  güden  Çoban   Mahmut’u uzaktan  gördü  ve  nefesinin  yettiği  kadar;
-Mahmut  Emmi!!!...  Mahmut  Emmi!!!...  diye bağırarak,
                       sözde  özgürlüğün  tadını  çıkartıyordu.
 Bir  an  durakladı.  “ Sarı” nın  hesap  etmediği  bir şey  vardı;  o da,  Çoban  Mahmut’un  kangal  koyun  köpekleri   idi.  Peş  peşe düşmüşler  ve  tozu  dumana  katarak  “ Sarı” ya  doğru  büyük  bir  hızla  yaklaşıyorlardı . Sarı,  zıpkın  yemiş  gibi  panikledi  ve   hızla  yaklaşmakta  olan köpeklere bakarak; 
-Bu  köpeklerden  kurtuluş  yok, dedi.
Askerde,  jandarma olarak  köylerde  devriye  görevinde  gezerken  köpeklerle  karşılaştıkları  o  anı  hatırlayıp, olduğu  yere  hemen çömeldi.  Kangal  köpekleri,  ayaklarında  ABS fireni  varmış gibi,  arkalarından  getirdikleri  toz  bulutlarıyla  “Sarı”ya  üç  dört  metre  kala  çivilenip  kaldılar. Sarı,  titrek  sesi ve  nefesiyle  bir  oh  çekip;
-Çok  şükür  işe  yaradı,  diye  mırıldandı.
  Çoban  Mahmut,  Sarı’nın  yardımına  koşarak  geldi  ve bu arada da kahkahalar  atarak  gülüyordu.
-Ne  oldu  sarı?...  Jandarmaların  eline  geçmiş  kaçak mahkum  gibi,  diz  üstü  çökmüş  titriyorsun,  dedi ve sorularına  yeni  sorularını  ekledi:
 -Neden  deli  gibi  yırtınıp  bağırıyordun?...
“Sarı” :
 -Sorma  Mahmut  Emmi... diyerek, titreyen  ayaklarının üzerine  kalktı.   Muhtarla  bugün  muhakkak  görüşmesi gerektiğini  anlatmaya  çalıştı  ve  çobanla  havadan  sudan gelişigüzel  konuşarak  bir  taraftan  da  korkudan  titreyen vücudunun  rolantisini  ayarlamaya  çalışıyordu.  Çobandan müsaade  isteyerek,   tozlu  yolların  tozuna  aldırmadan  köye geri  dönmek  için  dikenli  yolda  yürümeye  koyuldu  .
Çoban  Mahmut:
- Sarı... diyerek  seslendi.
Sarı,  telaşlı  bir  şekilde  geriye  dönerek;
- Ne  oldu  emmi?  dedi.
Çoban:
- Çerkez  Yusuf’’un  koyunu  kuzuladı,  bana  yük  oluyor, sana  zahmet  anasıyla  birlikte  şu  kuzuyu  köye  götür de  Yusuf  Emmine  ver,  dedi.  Ha...  müjde  olar ak da,  ne  kadar  yumurta  verirlerse  al,  pişirip  yiyin,  dedi. 
 Kuzuyu  Sarı’nın  kucağına  vererek,  kuzunun  anası  Karabaş koyunu  da  peşlerine  takarak,   onları  tekrar  tozlu yollardan  köye  yolladı. 
Soğuk  olur  kamışlının  suları. 
Nazlı  akar  kör  kuyunun  pınarı. 
Çiçek  açar  kuruca  özün  yolları. 
Yazları  güzeldi  benim  köyümde.
Sarı,  Karabaş  koyunun  kuzusunu  boynundan  aşağıya doğru  hafif, hafif  eliyle  okşayarak  seviyor  ve  kısık  sesiyle  de;
 -Kuzucuk...  dünyamıza  hoş  geldin.  Umarım  dünyamızı seversin;  ben  seviyorum,  yıldızları,  ayı  ve güneşi,  ağaçları, çiçekleri ... Hepsi çok güzel... Kuzucuk,  sen de  güzelsin.  Safsın, masumsun...  Kuzucuk  biliyor  musun,  insanlık  çıldırdı;  “büyük balık  küçük  balığı  yutar”  diyerek  dünyanın  çoğu  yerinde  savaş- kan-  acı  ve  ızdırap  var  ve  kötü  kokular  geliyor burnuma .  Söyle  be  karagözlü,  sen de  bu   kötü  kokuları hissediyor  musun? diyerek  Sarı,  kuzucuğuyla  konuşmalarını derinleştirdi. Arada  bir de  benekli  tüylerini  okşayıp,   kara  gözlerine bakarak,  söylemek  istediklerini sıralayıp,  kuzucuğuna  anlatıyordu.  Bir  taraftan  da  Kangal köpeklerini   hatırlayarak;
-Allah  iyiliğini  versin  Adil  Abi,  bir özgürlük  lafı  çıkardın , az  kalsın  Kangal  köpeklerine  meze olacaktık,  diyerek  ve  hafif  tebessüm  ederek   dalgın  bir şekilde  Çerkez   Yusuf’un  evinin  çatal  kapısını  aralayarak içeriye  girdi.  Evin  avlusunda  Çerkez  Yusuf’la  karşılaştı:
-Selamünaleyküm  Yusuf  Emmi,  diyerek kucağındaki kuzucuğu  öpüp  yere  koydu ve  salıverdi onu.
Çerkez  Yusuf,  elindeki  balta  ile  odun  kırıyordu.  Elindeki  baltayı  son  bir  kez  önündeki  oduna  vurarak  ve kafasını  da  geriye  doğru  çevirip  ellerini  beline  koyarak;
-Aleykümselam  Sarı,  sen  miydin  gelen?  dedi.
“Sarı” :
- Yusuf  Emmi...  Müjdemi  isterim!  Senin  Karabaş  koyun kuzulamış,  diyerek  anasının  etrafında  oradan  oraya  zıplayan  kuzucukla  anasını  gösterdi  ve  ekledi:
  -Müjde olarak  da  ne  kadar  yumurta  verirsen  razıyım,  dedi.
Yusuf  Emmisi  de  kaşlarını  hafif  çatarak;
 -Ne  yumurtasıymış?!... dedi ve  Sarı’yı  soğuk  davranışlarla uğurladı.
Sarı  pek de  nazik  olmayan  bu  uğurlanıştan  memnun olmayarak  araladığı  çatal  kapıdan  geçti ve  dışarıya  çıktı.
Dar  sokaklardan  dalgın, dalgın  giderken,  Çerkez Yusuf’un  Hanımı  kollarına  taktığı  helkelerle  ağ  pınardan su  getiriyordu;  ona  rastladı.
Çerkez’in  Hanımı,  Sarı’yı  dalgın,  dalgın  giderken görünce,  su  dolu  helkeleri  yavaşça  yere  koydu  ve elleriyle belini  sağa  sola  çevirerek  yorgun bir sesle;
 -Sarı’m...  Bu  yokuşlar  beni  öldürecek...  diye  yokuşları şikayette  bulunuyordu.
Sarı:
 -Hanife  Eme,  sen  ölme...  Senin  nefesine  bu  köyün ihtiyacı  var,  dedi  ve  ekledi:
  -Senin  bu  herifin  ne  eli  sıkı adam... Sizin  koyun  kuzulamış.  Taa  Kamışlı’dan  kuzusuyla birlikte  kucağımda  getirdim,  müjde  olarak ta  yumurta istedim  diye  beni  kale  bile  almadı,  dedi  ve  çatık  kaşlarını düzeltti.
Hanife  Eme’si  Sarı’ya:
 -Sen  onun  kusuruna  bakma  Sarı’m...  Seni  Yaratan’a kurban  olurum,  ben  bir  ara  uğrar  yumurtaları  getiririm. dedi.   
Su  dolu  helkeleri  tekrar  eline  alarak  derin ,derin aldığı  nefesine  daha  da  çok  nefes  ekleyerek  evine  doğru süzülüp  gözlerden  kayboldu.
Selam ve dua’larımla.