Yine  sevemedim  gülüm , hep  hasretim.

Bilemedin mi  yoksa  beni?.

Hani  sevgiyle  coşardık ya.

Diz  üstü  çöküp…   dağlarda  poyraz  estiren  benim.

Dert  sazımda  sızlayan  sarı tel, bağrında yanan   alaf  varya

İşte o  benim, benim  hasretim.        

 

Hava  açık,  güneş  ise  ısısını  tam  sergileyemiyordu. 

Ahmet  öğretmen,  aceleyle  Hamdi’nin…  yanına  geldi.

-Haydi,  biraz  acele  edin  geç  kalmayalım, diyerek  Hamdi’yi  ve  annesini  evden  alıp,  küçük  oğullarını da  okulda  olduğu  için  komşularına  tembihleyerek  piknik  için  toplanılacak  o  yere  geldiler. 

Ahmet  Öğretmen:

-Hamdi…  sen  annenle  birlikte  ve  bu  kalabalıkta  dostlarınla  piknikte  gülüp  eğleneceksiniz.

 Ben  sizi  piknik  dönüşü  burada  bekleyeceğim,  diyerek  Hamdi’yi  kararsız    endişeli  bir  bakışla  orada  bıraktı ve yapılması  gereken  işlerinin  başına  döndü.

Sabahın  serinliğinde  heyecan  ve  şaşkınlık  sancıları  sergilerken  olduğu  yerde  titriyordu:

-Neden  herkes  bana  bakıyor?  Niye  benimle  ilgileniyorlar?  diye.

Sevgi  telaşını…  doya  doya  yaşıyordu. 

Belediye  görevlilerinden  birisi:

-Haydi  otobüse  ve  minibüslere  binelim,  dedi. 

Yardımlaşma  yelleri…  estirilerek  piknik  yerine  gitmek  için  minibüslere  ve  otobüse  bindiler.

  Irakları  yakın  ederek  çam  ağaçlarıyla  bezenmiş  Kızılcahamam’a bağlı Soğuksu’nun  sıcak  alanına  konakladılar.  

Ahşaptan  yapılan  çadırların  altındaki  masalara  azık  çantaları  açıldı.

 Alın  terleriyle  yoğrularak  yapılan  yiyecekleri  birbirleriyle  paylaşarak  kıtlıktan çıkmış gibi doyasıya  yediler. 

-Kimileride midemizin  boş  kalan   yerini de   daha  sonra  doldururuz,  diyerek  özgürlüğün  ve  tokluğun  tadını  çıkardılar.

 Kısa  mühlet  herkes  bağımsız  hareket  etti.

Hamdi’nin  karnı  çok  acıkmıştı.  Gördüğü  sevgi, ilgi  ve  alaka  karşısında  memnun halde  annesinin hazırladığı haşlanmış  yumurtalı  ekmekten  bir  ısırdı,  iki ısırdı. Lokmalar  boğazına  düğümlendi  aç  kaldığı  günleri…  hatırlayınca.  Annesinden  yardım  isteyerek  tenha  bir  yer  aradı: 

-Namaz  kılmam  lazım,  dedi. 

Ses  çıkarmadan  giden  karıncalara  yazdığı  mektubu  verdi:

-Sevgiliye…  bu  mektubumu  ulaştırın,  dedi.

Dostlukların  kurulması  için  gönül  toplantısı  yaptılar.  Teker  teker  uzun  künyeler  sayılarak  tanışma  harmanı  savurdular.

-Seher  Ablasıyla  güneş  açtı.  Yeşeren  başakları  taneye  çevirdiler.

Dilek,  heyecan  türküleri  besteledi.

Mukaddes  Hanım,  işitme  engelli  iki  yetişkin  çocuğuyla  sevda  güllerini  suluyordu.  

Samet, yemek  sofrasına  arada  bir  kaçamak yaparak  annesini  baştan  çıkartıyordu. 

Berrin:

 -Merhaba,  Hamdi  bey,  bizim  o  tarafta  oturuyormuşsunuz...

 Kardeşi  Canan da,  güzelliğiyle  dikkati  çekerek,  gözlüklerinin  buharlaşan  camlarını  sildi ve:

-Bir  fotoğrafınızı  çeke  bilir miyim? dedi.

Mustafa,  Beşler’i  sayarak:

-Eyvallah  Hamdi  abi, dedi.

Emrullah  emin , adımlarla  anasının  yüreciğine  sevgi  gülleri  saklıyordu. 

Sultan...  Yılmaz  azmiyle  kollarına  taktığı  koltuk değneği  kanatlarıyla  edep  ve  haya  ekinlerinin  yeşermesi  için Çavşırlı  beyaz  güvercin  gibi  süzülüyor;

Gökyüzündeki  maviliği  kıskandırırcasına  gözlerinden  sevgi  yağmurları  yağdırıyordu. 

Belediye  görevlileri,  komutanın  karşısında  esas  duruşta  duran  askerler  gibi  ceket  düğmelerini  ilikleyerek:

-Tamam  amirim,  başüstüne  efendim...diyorlardı.

Sağ  ve  sol  omuzundaki  kameraların…  çektiği  filmleri  iyi  değerlendirmek  için  piknik  dünyasından  Ahmet  Öğretmenin  yardımıyla  yalnız  dünyasına  geldiler. 

Sevgi  dünyasına  yeni  dostlar  kaydını  yaptırmış mıydı?  Karanlık  gökyüzünde  yıldızlarla  konuşarak  omuzlarındaki  kamerayla  çekilen  filmleri…  tekrar  tekrar  seyrederek  duygularına  ayarlar…  yapıyordu.

Selam  ve  duayla.