SABAH yakındı... Gökteki Yıldızlar birliklerine çekilmiş, Çoban Yıldızı ise tekmil veren bir Asker gibi duruyordu. Köydeki Horozlar da boş durmuyor, Askeri birlikteki düdük çalarak nöbet tutan Askerler gibi birbirlerine çıkardıkları sesleriyle Köyde yankılanıyordu:
-Haydi kalkın işinizin başına!... diyorlardı.
Caminin İmamı da Minareye çıkıp ellerini kulağına koyarak, yanık sesiyle yürekleri dağlarcasına:
-Allahu Ekber, Allahu Ekber... diyerek Ezana başladı.
-Haydin Namaza... haydin Namaza, Namaz uykudan hayırlıdır... diyerek herkesi Namaz’a davet edip, görevlerini yapıyorlardı.
Köyün içindeki ağaçlardan gelen Kuş cıvıltıları, kulakları okşayarak birbirleriyle yarışıyordu.
Üzerine kırağı düşmüş otların altından banyo yaparak çıkan yeşil Çimenler, aralarında sakladıkları rengarenk Çiçekleri ile güzellik yarışmasına hazırlanıyorlarmışçasına, görenleri güzellikleriyle kıskandırıyorlardı.
Ayduvan, Köy meydanında topladığı sığırları Pisikkayası’na doğru sürerek götürüyor; ekin bekçisi Deli İpek de mal yayan uşakları toplamış, Camızları nerede güdeceklerse oranın rotasını veriyordu.
Güneş, Dedik Köyün’ün Yolu’ndan süzülerek bir meses boyu yükseldi ve yeryüzüne Sevgi dolu sıcaklığıyla da gülücükler saçıyordu,
Huri Nene:
-Kuşluk namazımı kılayım, dedi.
Karga Köyü’nde güller, kendini yenileyerek açıyor ve renk cümbüşü oluşturmaya devam ediyorlardı. Köylüler:
-Yaz ayları, rençberin!... hasat ayıdır, diyorlardı.
Herkes, hızını kesmeden;
-Yel eserken harmanımızı savuralım, diyorlardı.
Hacı Ömer, Öküzlerini düvene koşmuş daire çizerek ekinleri düvenliyor.
Kel Gozel, yanına yaklaşarak, yorgun ses tonuyla;
-Düven, ekin saplarının dışına çıkıyor, düvenin dişleri kırılır, dedi.
Hacı Ömer:
-Do vah... diyerek Öküzleri durdurdu ve işemekte… olan Öküzlerin altına teneke lazımlığı tutarak;
-Ekine düşmesin, dedi.
Süzülerek yanına gelen Kel Gozel’e sıcaktan bunalmış bir ses tonuyla:
-Düvende kırılmadık diş mi kaldı? diyerek cevap verdi.
Kel Gozel, konuyu değiştirerek:
-Adil Usta ameliyat olmuş, durumu hiç iyi değil, yazık oldu, diyordu.
Hacı Ömer:
-Gittim, gördüm çok üzüldüm. Adil… eşi bulunmaz bir İnsan!.. eli bol, gönlü bol, Cömert biri... dedi ve ekledi:
-Geçenlerde, hanımı bağa göndermiş, Üzüm getirsin diye. O da, topladığı Üzümleri yolda gördüğü çoluk- çocuğa dağıtmış.
Kel Gozel:
-Pekiii, hanımına ne demiş?
Hacı Ömer’e. O da:
-Birilerini Sevindirmek ve yardım etmek o kadar hoşuma gidiyor ki... diyerek Adil Usta’ya övgülerini sürdürüyordu.
Kel Gozel:
-Eee... Ne verirsen elinle, o da gider seninle... diyerek, dişleri kırık düvenle Hacı Ömer’i başbaşa bırakıp, oradan ayrıldı.
Karga Köyün'de harman yelleri esiyor ve düvenlenen Ekinler, yabayla da savrularak taneyle samanı birbirinden ayrılıyordu.
***
Irgat oldum sıcağında kavruldum.
Rüzgar esti destesiyle devrildim.
Saman oldum yabasıyla savruldum.
Irgatlık güzeldi benim köyümde.
***
Yağmurlu günün sabahıyla... Tüm canlı bitkiler Yağmur Sularından kana, kana Sularını içtiler. Yeni uykudan kalkmış bakire Kızlar gibi başını Gökyüzüne çevirmiş kır Çiçekleri ve yağ Gülleri de Rabbine!... şükrediyorlardı.
Gökyüzündeki Bulutlar ise, her bir Yağmur tanelerinin yanına birer Melek katarak yer yüzündeki tüm canlı ve cansız cisimleri cömertçe ıslatıp, bir Annenin evladını Sevgisi ile yıkadığı gibi doğayı sularken.
Bekir Çavuş ile Memmet Onbaşı birlikte Mesaris marka bir traktör satın alıp Köye getirdiler.
Tüm Köylü çoluğuyla - çocuğuyla traktörün etrafına “Sübhanallah” boncuğu gibi dizilmişler, teknoloji harikası olan o traktörün hakkında dedikodu!... üretiyorlardı.
-Traktörün sesi hırıl , hırıl ediyor...
-Yok efendim, fazla yem vermişler herhalde tohmaladı, çabıh ayran verin... diyerek çıkan laflar yankılanıp, gökyüzünde bulutlaşıyordu.
Yaşlı kadın Deli Anşe, o kalabalığı yararak traktörün yanına geldi ve ellerini beline koyarak, biraz da sallanarak;
-Vıııhhhyy gurban olduğum Irabbım!... Bu motur mu neyse, ne gozel yaratmışsın... diyerek şaşkınlığını sergiledi.
Memmet Onbaşı ve çevresindeki İnsanlardan bazıları gülerek;
-Anşe Nene, o Allah yapısı değil, Allah’ın yarattığı kulların icadıdır, diyerek Anşe Nene’lerine gerçeği anlatmaya çalışıyorlardı.
Anşe Nene’leri de:
-Getadi ordan Gulları ne bilirmiş?... diyerek şaşkınlığını sürdürüyordu.
Bekir Çavuş’un oğlu Mustafa ve Çakır Mesaris motoruna binerek, birkaç kişiyi de yanlarına aldılar ve Köyde şöyle bir gösteri turuna çıktılar.
Traktörün tır, tır seslerini duyan Yağız Atlar ve kağnılara koşulan Camızlar ve Öküzler;
-Bizim pabucumuz dama atıldı herhalde... diye kendi lisani dilleriyle mırıldanıp;
-Ucu delikli demir!... çıktı mertlik bozuldu... dercesine garip, garip traktöre bakıyorlardı...
Selam ve dua’larımla....