-Sıpam… olmazsa ben bağa gitmem, diye. Gotur’u çileden çıkartıyordu.
Kel Ali’nin Hanımı, kocasının çok sevdiği boz eşeğine minderleri ve heybeyi yükleyerek, küçük kız çocukların dördünü sağlı - sollu heybenin gözüne sıkıştırarak bindirdi. Diğer üç çocuğunu da nöbet değiştirmeye giden askerler gibi sıraya dizip;
-Ne olur, Allah’ım bir de oğlan versen de şu dayılarını bir
çatlatsam, diye bağların yolunu tuttuyorlardı.
Çorumlu’ların Ömer Ağa’sı , Tembel Yusuf’un evin damına çıkarak, yeni aldığı pikapla ve Acar Eysan’ın bakkalından da aldığı altı büyük boy pilleri de takarak plağındaki “Kız Meryem” türküsünü evirip çevirip çalıyordu. Diğer taraftan da ağ pınara pullu tülbenti ile salınarak giden ve yaptığı cilvelerle de Ömer Ağa’nın aklını başından alıp sevdalandıran İzzet’in kızı Meyrem de, Ömer Ağa’yı işinden gücünden ediyordu.
Deli Anşe ekin tarlalarından firik toplamış Telaşlı, telaşlı evine gidiyordu. Nefesini tutarak durakladı ve Ömer Ağa’ya doğru dönerek;
-Ömer Ağaa!!!. diye cırtlak sesi yankılandı:
-Sen burada Meryem kıza dolanırken Hurşid’in Salif, karısını mavzer tüfeğiyle vurmuş. Köyde ne kadar oynak kadın- kız var ise hepsini vuracakmış. Çabuk Meryem kıza da söyle canınızı kurtarın, dedi ve hızını kesmeden evinin yoluna doğru uzaklaşıp giderek, gözden kayboldu.
Köyde ara, ara sesler yankılanıyordu:
-Sakın dışarıya çıkmayın!... Hurşid’in Salif, tepedeki mezarların arasına gizlenmiş, mavzer silahıyla hareket eden her şeye ateş ediyor... Karısı ölmüş ve çok yaralı varmış, diye yankılanan seslere yeni sesler eklendi.
Bir ses sıçrayarak köyde yankılandı:
-Jandarmalar ... jandarmalar!...
Evlerinin perdelerini aralayarak kulaklarını da dışarıya uçurdular. Kesilen o silah sesleri, yerini ağıt ve kuş cıvıltılarına bıraktı.
Hurşid’in Salif, daha fazla köylüye zarar vermeden jandarmalar tarafından yakalanarak etkisiz hale getirildi.
Gönül rahatlığıyla sokaklara çıkan köylüler:
- Salif’e yazık oldu... Hanımı da çok gençti yazık oldu... Bir öfke nelere mal oluyor, dendi.
-Aslında devlet ceza vermeyecek. Onunla - bununla oynaşan ne kadar kadın ve erkek var ise, hepsini temizleyeceksin... diyerek düşünülmeden kurulan cümleler köyü çalkalıyor ve söylenen laflar, kurulan o cümleler yaralı kuşlar gibi gökyüzünde süzülerek konacak yer arıyorlardı.
Bir diğer taraf tanda Kekik kokan bozkırların yeşil otları ömürlerini tamamlamış ve gündönümüyle sararıp solmuşlardı. Diğer taraftan da , tarlalardaki sarararak olgunlaşan ekinleri biçmek için tırpanını , ana dudunu ve tırmığını alan, kağnılarına , at arabalarına binerek tarlalarına koşuyorlardı. Ailesi kalabalık olanlar biraz şanslıydılar çünkü bir kısmı tırpanla ekinleri biçerlerken, diğerleri ise biçilen ekinleri tırmıklarıyla ve anadutla yığın haline getirerek, köyde harman yerine taşıyorlar, daire biçiminde yayılan ekinleri atlar ve öküzlere takılan düvenlerle ezdirip ve esen yelde de yabayla savurarak taneyle ,samanı ayırıyorlardı.
Karga Köyü’nde hareketlilik hızını kesmeden sürüyordu. Hızla çalışmak zorundaydılar çünkü bir yıl önceki ektiklerini hasat ediyorlardı. Kavurucu sıcaklara aldırmadan hasat edilen ürünler, alın teriyle karıştırılarak ambarlara konuyordu .
Çorumluların Ömer Ağa’sı, İzzet’in kızına karşı plağındaki “Kız Meryem” türküsünü dinleterek ; Almancılara da Ali Er can’ın “Zeynep’im Almanya’da” türküsüyle köyde caka satıp geziyordu. Ağustos böceği ile karınca misali tembellik ediyordu . Diğer taraftan da, Dor atı ve Kıratının koşulduğu arabayı bozarak sal yapıp, tarladaki biçilen ekinleri harman yerine getirmek için oğlu Hüseyin’e seslenen Kara Paltolu’nun öfkeli sesi yankılandı;
-Üsüyün oğlum!... gardaşın Ekrem’i de yanına al, tarlada biçtiğimiz ekinleri harman yerine getirin de düvenleyelim, dedi.
Kara Paltolu’nun oğlu Hüseyi,n kıvrak hareketlerle kardeşi Ekrem’i de yanına alarak , Kuşyığın’ daki tarlalarında biçilen ekinleri harman yerine taşımaya başladılar .
Kuş yığında geçti çoğu günlerim.
Kurt kayasından geçip giderim.
Sarı kayadan seyran ederim.
Tabiat güzeldi benim köyümde.
Hüseyin, gözüpek ve yakışıklılığıyla gözleri dolduran, yanık sesiyle de kulaklara müzik ziyafeti veren ve aynı zamanda Yozgat İmam – hatip’te öğrenimini sürdüren yağız bir delikanlı .
Kardeşi Ekrem’le at arabasına yüklediği dağ gibi ekinlerin üstüne çıkarak ve atların dizginlerini de elinde tutarak, elindeki püsküllü kamçıyla atları hafif, hafif çırpıştırıp;
-Deeehhh!... Hadi koçlarım benim... diyerek atlara elinde tuttuğu gemlerle yön veriyordu.
Sal arabasına bir tepe gibi yüklenen ekinlerle aheste aheste, kavurucu sıcaklara aldırmadan köye doğru yol alıyorlardı. At arabasının tekerlerinden çıkan şıkırtı sesleri, atların boynundaki ziller ve etraf tarlalardan gelen kuş sesleriyle oluşan doğal müzik tepelerde yankılanıyordu . Hüseyin, tek eliyle atların gemini ve püsküllü kamçıyı tutarak, diğer elini de kulağına atıp yanık sesiyle;
-Mevla’m gül diyerek iki göz vermiş.
Bilmem ağlasam mı, bilmem gülsem mi... diyerek, nameli sözleriyle etrafta yankılar oluşturuyordu. Tarlalarda sıcaktan bunalıp akan terlerini elindeki mendiline sızdırarak silen rençberler, bir taraftan da köye doğru süzülerek yol alan Hüseyin’e uzaklardan seslenerek;
-Var ol , helal be!... sesleriyle ve gökyüzünde zurbayla uçuşan güvercinlerle sevgililerine selam gönderiyorlardı.
Selam ve dua’larımla.