Kekik kokan bozkırların yeşil otları ömürlerini tamamlamış ve gündönümüyle sararıp solmuşlardı.
Diğer taraftan da, tarlalardaki sarararak olgunlaşan ekinleri biçmek için tırpanını, ana dudunu ve tırmığını alan, Kağnı’larına, At’arabalarına binerek tarlalarına koşturuyorlardı.
Ailesi kalabalık olanlar biraz şanslıydılar çünkü… bir kısmı tırpanla ekinleri biçerlerken, diğerleri ise biçilen ekinleri tırmıklarıyla ve anadutla yığın haline getirerek, köyde harman yerine taşıyorlar.
Daire biçiminde yayılan ekinleri Atlar ve Öküzlere takılan düvenlerle ezdirilip ve esen yelde de yabayla savrularak taneyle, samanı ayırıyorlardı.
Karga Köyü’nde hareketlilik hızını kesmeden sürüyordu. çalışmak zorundaydılar çünkü Güz aylarının Yağmur yağışına kalmadan, bir yıl önceki ektiklerini hasat ediyorlardı.
Kavurucu sıcaklara aldırmadan hasat edilen ürünler, alın teriyle karıştırılarak ambarlara konuyordu.
Çorumluların Ömer Ağa’sı, İzzet’in kızına karşı plağındaki “Kız Meryem” türküsünü dinleterek ;
Almancılara da Ali Ercan’ın “Zeynep’im Almanya’da” türküsüyle köyde caka satıp geziyordu.
Ağustos böceği ile karınca misali tembellik ediyordu. Diğer taraftan da, Dor atı ve Kır atının koşulduğu arabayı bozarak sal yapıp, tarladaki biçilen ekinleri harman yerine getirmek için oğlu Hüseyin’e seslenen Kara Paltolu’nun öfkeli sesi yankılandı;
-Üsüyün olum!... gardaşın Ekrem’i de yanına al, tarlada biçtiğimiz ekinleri harman yerine getirin de düvenleyelim, dedi.
Kara Paltolu’nun oğlu Hüseyin kıvrak hareketlerle kardeşi Ekrem’i de yanına alarak , Kuşyığın’ daki tarlalarında biçilen ekinleri harman yerine taşımaya başladılar.
Kuş yığında geçti çoğu günlerim.
Kurt kayasından geçip giderim.
Sarı kayadan seyran ederim.
Tabiat güzeldi benim köyümde.
Hüseyin, gözüpek ve yakışıklılığıyla gözleri dolduran, yanık sesiyle de kulaklara müzik ziyafeti veren ve aynı zamanda Yozgat İmam–hatip’te öğrenimini sürdüren yağız bir delikanlı.
Kardeşi Ekrem’le at arabasına yüklediği dağ gibi ekinlerin üstüne çıkarak ve atların dizginlerini de elinde tutarak, elindeki püsküllü kamçıyla atları hafif, hafif çırpıştırıp;
-Deeehhh!... Hadi koçlarım benim... diyerek atlara elinde tuttuğu gemlerle yön veriyordu
Sal Arabasına bir tepe gibi yüklenen ekinlerle aheste aheste, kavurucu sıcaklara aldırmadan köye doğru yol alıyorlardı.
At arabasının tekerlerinden çıkan şınkırtı sesleri, atların boynundaki ziller ve etraf tarlalardan gelen kuş sesleriyle oluşan doğal müzik… tepelerde yankılanıyordu.
Hüseyin, tek eliyle atların gemini ve püsküllü kamçıyı tutarak, elini de kulağına atıp yanık sesiyle;
-Mevla’m gül diyerek iki göz vermiş.
Bilmem ağlasam mı, bilmem gülsem mi... diyerek, nameli sözleriyle etrafta yankılar oluşturuyordu.
Tarlalarda sıcaktan bunalıp akan terlerini elindeki mendiline sızdırarak silen rençberler, bir taraftan da köye doğru süzülerek yol alan Hüseyin’e uzaklardan seslenerek;
-Var olun , helal be!... sesleriyle gökyüzünde zurbayla uçuşan güvercinlerle selam gönderiyorlardı.
Yıllardır özlemini çekerim.
Dağlar güzeldi benim köyümde.
Geçmiş yıllara döner bakarım.
Bağlar güzeldi benim köyümde.
Selam ve dua’larımla.