Kendinize dışarıdan bakmayı deneyin.Olanları bir film gibi kabullenin.Bir izleyici olarak baş aktör siz olsaydınız ne yapardını?Bunu düşünün.
    Kusursuz olamayacağınızı kabullenin.
    Sevgi kapasitenizi geliştirin.Sevgiyi sadece yaşamayın aynı zamanda yaşatın.
    Kimsenin sözünü kesmeyin ve cümlesini siz bitirmeyin.
    Herkesin kendisini ifade etmesine olanak tanıyın.
    Birisine iyilik yapın ve bundan kimseye söz etmeyin.
Bırakın ilgiyi başkaları toplasın,siz bilgeliğin ve erdemliğin peşinde olun.
İçinde bulunduğunuz anı yaşamayı öğreninç.
    Geçmiş hatalarınızla barışık olun.O hatalar sizin daha büyük hatalar yapmanızı engelleyecek yaşam zenginlikleridir.Bunu asla unutmayın!
    Sevgi elini önce siz uzatın.
    Her gün kendinize biraz zaman ayırın.
    Önce karşınızdaki kişiyi anlamayı amçalyın.
    Planlarınızda esnek olun.
    Suçluluğu değil masumiyeti öğrenin.
    İç dünyanız için zaman ayırın.
    Olağan şeylerdeki olağanüstülüğü arayın/görün.
    Yüreğinizin sesine kulak verin.
    Herkesin farklı olabileceği gerçeğini anlayın ve saygı gösterin.
    Eleştiriye açık olun.Siz de zaman zaman özeleştiri yapın.
    Ve şunu asla unutmayın yaşam başlı başına bir mucizedir hadi gülümseyin :) ve bulunduğunuz vaktin keyfiniz çıkarın...
YAŞAMAK
    Yaşamak denilen şeyin bir çamaşır makinesini çalıştırmaya, bir otomobili sürmeye, bir televizyonun uzaktan kumanda aletiyle oynayıp durmaya benzemesini istemez miydik?
    Yok, ne münasebet! diyeceksiniz şimdi.
    Daha neler!
    İyi de o zaman neden hayata dair prospektüsler, hatta garanti belgeleri arıyoruz? Madem öyle, neden her sıkıştığımızda uzmanların hayatımız üzerine yazdığı kullanım kılavuzları imdadımıza yetişsin istiyoruz?
    Oysa altan alta biliyor, hissediyoruz.
    Hayat kullanılacak bir aygıt değil.
    Üstelik kullanıyorsa, hayat bizi kullanıyor! (Ki o da ayrı hikâyedir.)
***
    Nereden aklıma geldi şimdi bu konu diye merak ettiyseniz, şundan...
    Geçen gün büyük bir kitapçıya girdim. Emin Çölaşan\'ın, Ayşe Kulin\'in kitaplarının bulunduğu rafları geçtikten sonra bir baktım ki, her taraf nasıl yaşayacağımızı, nasıl davranacağımızı, nasıl âşık olup birleşip sonra da nasıl ayrılacağımızı, nasıl çalışıp başarılı olacağımızı adım adım öğreten kitaplarla dolu. Acıyı nasıl güce dönüştürürüz; istediklerimize nasıl sahip oluruz, on derste nasıl mutlu olur, nasıl rahatlar, nasıl kariyer basamaklarını tırmanırız?..
    Hepsi orada. Birkaç yüz sayfada!..
    Aslında dünyanın her yanında böyle ya!
    Anlaşılmaz meseleleri şipşak çözdüğünü iddia eden, hayatta amaçladığımız ne varsa en kolay ve hızlı tarafından yolunu gösteren kitaplar bütün dünyada gözde.
***
İşe yaramıyor mu bu kitaplar?
    Yaramadıklarını söylemek haksızlık olur.
    Mesela kendi iş hayatını bir türlü çözemediği karmaşık bir elektronik müzikçalar gibi görenlerin eline kullanma kılavuzu tutuşturursanız her durumda yararı olur.
    Ses gelir bir kere!
    Ama ana şebekede elektrik kesildiğinde ya da kulakları ağır işittiğinde ne işe yarar bu bilgiler?
    Hem söyler misiniz: Hangi aygıtın beklenmedik sürprizlerle ve her şeyi altüst eden travmalarla dolu bir sosyal yaşamı vardır?
***
    Baktım kitapçıda...
    Hayatı kullanmayı değil de önce şöyle derinlemesine anlamayı hedefleyen kitaplar kuytu köşelere atılmış...
    İnsanı bütün karmaşıklığıyla anlatmaya çalışan kitaplar ya en alt ya da en üst raflarda...
    Oysa başarı da başarısızlık da; aşk da mutluluk da, cinsellik de spiritüellik de debisi yüksek bir akarsuyu andırıyor.
    Yaşamak, başarmak, sevmek için...
    Bazen akıntıya karşı yüzmeniz gerekiyor, bazen de akıntıya kendinizi bırakıvermeniz.
Haşmet Babaoğlu