Yürüyor olmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu kadar zor bir problemi her seferinde nasıl çözebiliyorsunuz? Bana,
    -Oluyor işte bunda ne var ki? demeyin çünkü ben bunu henüz yapamıyorum. Bence siz çok özel bir şey yapıyorsunuz. Etrafımdaki hiç kimse benim gibi emeklemek zorunda değil. Gözlemlerime göre onlar istedikleri yere yürüyerek daha rahat ulaşabiliyor. Haksız mıyım? Üstelik yürüyebilirsem eğer annemden daha önce sehpanın üzerindeki şekerlemelere ulaşabilirim. Ne yalan söyleyeyim bu fikri sevdim. Bir an önce yürüyebilmeyi öğrenmek istiyorum. O yüzden yardımınıza ihtiyacım var. Yani, siz zor bir şeyi çok rahat yapabiliyorsunuz. Açıkçası ben bunu nasıl yapabildiğinizi merak ediyorum.”
    Kendimi emekleyen bir bebeğin yerine koysaydım aynen böyle düşünürdüm. Bu problemi çözebilmek için neler yapmam gerektiğini öğrenebilmek isterdim. Hepimiz yürüyebilmeyi öğreniriz ama zamanla bunu nasıl yaptığımızı unuturuz; Uzmanlaşır uzmanlaşmaz, kullandığımız yöntemi her seferinde hatırlamaya ihtiyaç duymayız.
    Yetişkin biriyken hastalığı sebebiyle yürüyemeyen-sonra bunu yeniden öğrenebilen-
    Milton Erickson şöyle anlatıyor. Diyor ki;
    “Siz nasıl ayağa kalkacağınızı nasıl öğrendiğinizi artık bilmiyorsunuz. Hatta nasıl yürüdüğünüzü de bilmiyorsunuz. Bu yöntem bilincinizi çoktan terk etti. Benim ise tekrar yürüyebilmem, o yöntemi yeniden öğrenebilmemle mümkündü. İlk adımınızı atmaya çalışırken siz de benim başıma gelenleri yaşadınız.
    Önce ellerinizin üzerinde kalkıp kendinizi yukarı çekmeyi öğrendiniz. Ellerinize ağırlık verdiniz -bir kaza eseri ayaklarınıza da ağırlık verebileceğinizi keşfettiniz. Bu oldukça karmaşık bir şeydi çünkü dizleriniz bükülüyordu. Dizlerinizi düz tuttuğunuzda ise kalçanız bükülüyordu. Daha sonra ayaklarınız birbirine dolaştı. Derken bacaklarınızı açarak geniş destek almayı öğrendiniz. Peşinden kendinizi yukarı doğru çektiniz. Sonra öğrenmeniz gereken şey dizlerinizi düz tutmaktı. Bunu öğrenir öğrenmez dikkatinizi kalçanızı düz tutmayı öğrenmeye verdiniz. Daha sonraki ders üç aşamada geldi. Ağırlığınızı bir el ve iki ayak üzerinde paylaştırdınız. Diğer eliniz sizi hiçbir şekilde desteklemiyordu. Doğruyu söylemek gerekirse- ayakta düz durmayı öğrenmek için kalçanızı düz tutmayı, dizlerinizi düz tutmayı, ayaklarınızı ayırmayı ve sağ elinizi aşağı doğru bastırmayı öğrenmek- zor iş. Sonra vücudunuzun dengesini nasıl değiştirebileceğinizi keşfedersiniz. Elinizi, başınızı, omzunuzu ve vücudunuzu hareket ettirdiğinizde, vücut dengenizin tüm değişikliklerini koordine etmeyi öğrenmek zorunda kalırsınız. Sonra da bunları diğer elle yapmayı öğrenirsiniz. Tüm bunların ardından işin en zor kısmına gelmişsinizdir. Her iki eli kaldırıp yere sağlam basan ve birbirinden ayrı olan iki ayağa dayanıp ellerinizi sağa sola sallarsınız. Sonunda beceriniz yeterince geliştiğinde tek ayak üstünde dengede durmaya çalışırsınız.”
    Bütün bunlar gerçekten zor bir iştir! Defalarca ayakta durabilmeyi deneyeceksin ve birçok kez olmayacak. Çoğu kez düşeceksin ama hiç vazgeçmeyeceksin. Düşmene rağmen o beceriyi kazanmayı öğrenmekte ısrarcı olacaksın. Bunu bir çocuktan başkası yapamaz! O, vazgeçmenin değil, ulaşabilmeyi öğrenmenin peşindedir. Aslına bakarsanız hepimiz çocukken öğrenebilmek derdindeyizdir. Sorduğumuz soruların, merakımızın sınırı yoktur. Etrafımızda olup biten her şey heyecan vericidir. Saatlerce gözümüzü kırpmadan bir karıncayı izleyebiliriz. Üstelik problemlerimiz de hiç küçümsenecek cinsten değildir. Konuşabilmeyi, bir bardağı tutabilmeyi becerebilmek bizim için gerçekten zordur. Yine de öğrenme açlığımız bütün bu problemlerimizin üstesinden gelebilir düzeydedir.
    Sonra aradan yıllar geçer…
    Geçen zamanla yaşımız büyümüş, merakımız nispeten küçülmüştür. O kadar çok öğrendiğimizi zannetmişizdir ki; öğrenmenin mucizesine yeniden şahit olmaya ihtiyacımız kalmamıştır. Her şeyi bildiğimizi zannetmekle meşgul olduğumuz için yeni bilgilere yaklaşmamışızdır. Hayatta neyin yapılıp, neyin de yapılamayacağına çoktan karar vermişizdir. Karşılaştığımız problemleri artık vazgeçme nedeni olarak görmeye başlamışızdır. Biz ulaşabilmeyi öğrenmek yerine, vazgeçmeyi öğrenmiş ve öğretir olmuşuzdur.
    Aradan onca yıl geçmiş olsa bile,
    Biz birçok şeyi öğrenmiş olsak da;
    Hayatımızın her döneminde mutlaka zor bir problem vardır. Problem, çözümü öğrenebilme fırsatından başka bir şey değildir. Bir problem yoksa orada öğrenilecek bir şey de yoktur. İnsan, sahip olduğu, kazandığı bir çözümü zaten kullanıyordur. Büyüyebilmek ancak yeni bir problem bulabilmekle mümkündür. Hayat bir sınavdır ve istersen problemini seçme hakkını sana bırakır, -Neyi öğrenmek istiyorsan onu öğrenebilirsin, der. İstersen o problemin üzerinde durabilmeyi öğrenebilirsin! Ya da probleminden vazgeçip düştüğün yerde ömrün boyunca kalabilirsin. Çözümü öğrenebilmeyi istemekten vazgeçtiğin andır gerçekten kaybettiğin an. Şunu her zaman hatırla;
    Senin içinde meraklı bir çocuk var. Öğrenebilme ısrarından hiç vazgeçmeden büyüyebilen bir çocuk…Onu kaybetme çünkü seni geliştiren bakış açısı onun gözlerinde parlıyor. Her seferinde karşılaştığın probleme baktığında yürüyebilmeyi nasıl başarabildiğini hatırla. Sen zaten zor bir problemi çözebildiğin için ayakta durabildin. Şimdi yaşadığın sorunlar da aynı zorluk derecesine sahip. O çocuğun merakıyla yola çıktığında bu zorlukları aşabilmeyi öğrenebilirsin. Bunu yeniden yapabilirsin!
    Öğrenmeyi istemeye her zaman aç olabilmeniz dileğiyle