Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır....
    Emekliliğinin ilk birkaç haftasını huzur içinde geçirir; ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler bağırıp çağırarak geçer giderler.
    Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam buna bir son vermeye karar verir.
    Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken kapının önüne çıkar onları durdurur ve \"Çok tatlı çocuklarsınız çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz.
    Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar vereceğim\" der.
    Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler.
    Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve şöyle der:
    \"Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı. Bundan böyle size sadece günde elli sent verebilirim…\"
    Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye.
    Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.
    \"Bakın\" der \"Henüz maaşımı almadım bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim tamam mı?\"
    Çocuklar \"İmkansız bayım\" der.
    \"Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
    Biz işi bırakıyoruz.”
    Değeri verenin yanında kıymetlidir
    \" Vaktiyle ergin bir meslek erbabı, yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını imti...han etmek ister.Çırağın eline iri bir pırlanta verip:
    \'Oğlum\' der, \'Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.\'
    Çırak, elindeki pırlantayla bir bakkal dükkanına girer ve \'Şunu alır mısınız?\' diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir, sonra: \'Buna bir tek lira veririm.
    Bizim çocuk oynasın\' der.
    Çırak teşekkür edip çıkar.
    Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
    Üçüncü olarak semerciye gider: \'Buna ne verirsiniz?\' diye sorar.
    Semerci şöyle bir bakar, \'Bu...\' der \'benim semerlere iyi süs olur.
    Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.\'
    Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
    Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
    \'Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?\' diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. \'Buna kaç lira istiyorsun?\'
    Çırak sorar: \'Siz ne veriyorsunuz?\'
    \'Ne istiyorsan veririm.\'
    Çırak, \'Hayır veremem.\' diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
    \'Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.\'
    Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini\' anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
    Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
    \'Bundan ne anladın?\' diye sorar.
    Çırağının verdiği cevap çok doğrudur:
    \'BİR ŞEY ANCAK DEĞERİNİ BİLENİN YANINDA KIYMETLİDİR!\'