Burnunun ucuna konan bir kelebek kanadında bulursun bazen aradıklarını... Bir rüzgar, omuzlarına yığılıp yük olan ne var ne yoksa hepsini sırtlanıp giderken, kulağına "rahat ol" diye fısıldar.
    Bir çiçek açışıdır; gözbebeklerine yaşamın güzel yanlarını  seren. Ve bir yağmur damlasıdır tüm acıtanları anımsatan. Sonra giderken "gülümse" dedirten. Bir çocuk çığlığıdır; iyi-kötü, güzel-çirkin tüm zıtlıkların olduğunu kabul ettirten...
    Unutma çabasına girip de inatla anımsadığımız tüm anıları yanağından süzülüp dudaklarının kenarında tuzlu tuzlu biriken keşkeleri, acabaları, pişmanlıkları... Daha ilk yudumda büyüttükçe büyütürüz. Ufalayıp ezmek gerekirken!
    Gerekli olan hiçbirşeyi yapmazken gereksizleri de odamızın duvarına, gözlerimize daima bulaşabilecek en çekici metrekarelerine yapıştırmaktan geri kalmayız.
    Daha birçok girişimlerin başında olduğumuzu düşünürken aslında ne çok yaşanmışlıklar olduğunun hatta bazen bir sonsöz içinde kısa bir cümleden ibaret olduğumuzun farkında bile olmayız.
    Hep birşeyler yakalama çabasına giriyor ve hep kendimizi bir şampanya bardağı kenarından süzülen bir damla gözyaşı gibi görüyor acıyoruz sadece.
    Güzellikleri görme çabasına girmiyor rüzgarda savrulmalara boyun eğiyoruz.
    Tükenişlerin getirisi olan yaratıcılık duygusuna sırt çeviriyor, kendi mutsuzluk kuyularımızı kazıyor ve genişletiyoruz böylece.
    Bizler bunu daima yapıyoruz! Ve dizlerimiz üstüne düşüp acıyan yaraya bakıp ayak bileklerimize doğru usulca sızan kanı, dolu gözlerle izlerken dudaklardan şu cümle dökülüyor: Su altında soluksuz kalmışım gibi...
    Ama... Herkesin bir düşü olmalı…
    Hiç gerçekleşmeyeceğini bilse bile, mutlaka o düşün ardına düşmeli…
    Çünkü hayalsiz ve amaçsız kaldığında, daha çabuk yaşlanıyor insan…
    Yeryüzünün bütün çılgınlıklarını, lezzetlerini, güzelliklerini ve şaheserlerini, düş kurmayı bilenler yaptı… 
    Hayatın içinde imkansız diye bir şeyin olmadığını ispatladı onlar…
    Yaşadıkları aşklar, yazdıkları yazılar, çizdikleri resimler, yonttukları heykeller, kurdukları devletler,  yok ettikleri milletler, işledikleri cinayetler ve ölümsüz ölümler ile düş kurmasını bilen, imkansızın olmadığını bilen ve bedenlerine sığmayan deliler yazdı, dünyanın tarihini…
    Aşk duyduğu kadın için tahtından vazgeçen kralları, arı ırkı meydana getireceğim diye milyonlarca insanı öldürenleri.
    Allah birdir diyerek önüne konan bütün dünya nimetlerini elinin tersi ile itenleri, ülkeleri fethettiği halde bir kadının kalbini fethedemediği için deliliğe giden bir yolculuğa çıkanları, ısınmak için yaktığı tabloları ölümünden sonra servetler karşılığı el değiştirenleri, ilahi aşka ulaşmak için şan ve şöhretten vazgeçip bir dağ başında kendini çileye çekerek ölenleri.
    İnsanlar arenada vahşi hayvanlar tarafından parçalanırken seyredenlere koro halinde şarkı söyletenleri, yarin yanağından gayrı her şeyde ortak dediği için asılanları.
    Birkaç çadırdan oluşan insanla yola çıkıp dünyaya hükmedenleri, kulakları sağır olduğu halde dünyanın en güzel bestelerini yapanları, yani imkansız diye bir şeyin olmadığını bilen insanları gördü ihtiyar dünyanın gözleri…
    İnanç ile, aşk ile, cinayet ile, masumiyet ile, delilik ile örüldü imkansızlığın çelik parmaklıkları…
    Herkesin bir düşü olmalı…
    Bir martının balığa aşık olabileceğini düşünebilmeli insan…
    Ve herşeyden öte insan olmalı insanlığı benliğinde duymalı insan...